Müslümanların iç sesini susturan ne ?
“Kendiyle değil, başkalarıyla uğraşmayı görev bilen bir Müslümanlık anlayışına” sahip olan insanların çoğunlukta olduğu bir toplum haline geldik. "
“Kendiyle değil, başkalarıyla uğraşmayı görev bilen bir Müslümanlık anlayışına” sahip olan insanların çoğunlukta olduğu bir toplum haline geldik."
Din adeta belli kişilerin ve zümrelerin tapulu arazisi oldu.
Yaptıkları haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, hırsızlık, devlet malını çalmak, kul hakkını gasp etmek fiillerini işleyenlerin üstüne gittiğinizde bu çevreden hemen şöyle suçlamalar başlıyor:
“Alnı secdeye değen Müslümanların iktidarına karşı olmak, CeHaPe zihniyetinden olmak, şer ittifakını desteklemek” gibi.
***
BİR HATIRAMParlamenter Sistemi sona erdiren Referandum sürecinde, 40 yıl vaizlik görevi yapan ve kalabalık bir cemaatin kanaat önderlerinden olan bir “hocaya” sormuştum:
“Cumhurbaşkanının devlet imkânlarıyla yaptığı referandum ve seçim kampanyaları, muhaliflere devlet gücü kullanılarak yapılan engellemeleri, bilhassa adalet ve kul hakkı kavramları açısından değerlendirildiğinde, dini açıdan günah mıdır? Yoksa helal ve mubah mıdır?”
Hocanın cevabı “bu imkânlar Kılıçdaroğlu’nun elinde olsaydı yapmaz mıydı?” oldu.
“Hocam lütfen soruma cevap veriniz, bir başkasının da yapabilme ihtimali haramı helal yapar mı?”
Hoca soruma yine cevap vermek yerine, yine aynı alanda top koşturdu:
“Ak Parti yerine CHP’nin gelmesi daha iyi mi olur?”
Yani adaletsiz de olsa, kul hakkı da yese, yaptıkları haram da olsa alnı secdeli olduğunu düşündüğü kişilerin iktidarı için her şeyi mubah gören tavrını devam ettirdi.
Hem de alnı secdeli CHP’lileri de, namaz kılmasa da Müslüman olan CHP’lileri din dışına iten tavrın İslam’la bağdaşmadığını düşünmeden.
Müslüman olarak gördüğü kişilerin de adil bir seçimle, kul hakkına riayet ederek, hukuk kuralları çerçevesinde iktidar olması gerektiğini söyleyemedi.
“Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.”
“Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
“Allah adil olanları sever.”
“Allah güzel davranışta bulunanları sever” vb ayetlerin hiçbiri aklına gelmedi.
**********************************
İÇ SES SUSTURULDU
İlahiyatçı, Edebiyatçı Yazar Ayşe Sucu’nun, Sözcü Gazetesindeki köşesinde yayımlanan “Ahlakı İnşa Eden Vicdan” başlıklı yazısından çok önemli cümleleri dikkatlerinize sunuyorum:
Sadi Şirazi “Gülistan” kitabında anlatıyor: Bir gece, Kur’an kucağımda, pederimle oturmuş idim. Hane halkı ise yanımızda uyuyorlardı.
Babama dedim ki: “Ne olur, şunlardan biri kalkıp da iki rekât namaz kılsa…”
Pederim: “Canım oğul, onları çekiştireceğine ha keşke sen de uyuyaydın!” dedi.
Hangi konuda olursa olsun, bu titizlik gösterilmediği sürece, orada İslam yoktur.
Şirazi’nin yaklaşımı tam da bu hakikati ifade eder; zira kendisini barış olarak tanımlayan bir din, başka türlü okunamazdı ve okunmamalıydı. Ne yazık ki aksi okumalar ile “asıl” kayboldu.
Orada da kalınmadı. Din, her türlü haksızlığa, arsızlığa, görgüsüzlüğe meşruiyet zemini yapıldı.
***
NEYDİ KAYBOLAN?
Kendiyle değil de başkalarıyla uğraşmayı görev bilen bu Müslümanlık anlayışının göz ardı ettiği bir konu var; “iç ses”. Evet, “iç ses” yerini başkalarına bıraktı.
İslam Peygamberinin iyiliği ve kötülüğü anlamanın yeri ve yolu olarak gösterdiği “iç ses”; yani uyaran, yani ölçen-tartan-biçen ve sonunda ‘yap’ ya da ‘yapma’ diyen ses susturuldu.
Mezhep imamları konuştu, şeyhler konuştu, cemaat liderleri konuştu, abiler-ablalar konuştu, televizyonda nutuk çekenler konuştu, ama “iç ses” hep sustu, susturuldu.
***
KUR’AN BOZULANI DÜZELTTİ.
Cahiliye döneminin insanları cahil değildi. Onların da töresi, geleneği, hukuku, ahlakı vardı; büyük bir kısmı İslam geleneği içinde varlığını sürdürüyor.
Kur’an, bu kültürde var olan doğruları tasdik etti (musaddık), yanlış olanları düzeltti (müheymin); yani vicdanın dili oldu. İç sesin duyulmasını istedi.
Kibri kırarak, biriktirme hırsını yerle bir ederek, yalan ve riyaya karşı çıkarak, haksızlıklar karşısında mazlumun yanında durarak vb. toplumsal ahlak içinde ayıklanması gerekenlerin neler olduğunu fark ettirdi.
Ezcümle, ahlak ne otomatiğe bağlanmış ibadetlerdedir, ne dünyayı Müslüman yapalım mücadelesinin içindedir. Ahlak insanın yüzünü iyiye çevirmesidir.
Sağlamayı neyle mi yapacağız? Her birimize bahşedilmiş vicdan ile… Yeter ki sesini duymak isteyelim.
*********************************
İÇ SESİNİ SUSTURAN CAHİLLER
İç sesini yani vicdanının sesini susturan ve dindarlığı bir takım şekli ritüellerden ibaret gören cahil Müslümanların dinden soğutan tavırları da ayrı bir dert.
Dinimizin açtığı ruhsat alanını (mesela namazda cem uygulamasını) kullananları, Müslüman görmeyenleri mi sorarsınız…
Dinin yorumlarını din yerine koyarak, farklı yorumlara inananları Müslüman saymayanları mı ararsınız…
Kadınlara camileri kapattıkları veya camilerde izbe köşelere mahkum ettikleri yetmezmiş gibi, boş Caminin içinde namaz kılmaya çalışan kadınları bile azarlayanları mı…
Hz. Peygamber dönemi uygulamalarından habersiz imam efendileri mi…
Namazda ayakların beş parmak mı, omuz genişliğinde mi açılacağı; dua ederken eller açılacak mı, birleştirilecek mi gibi görüşler yüzünden “namazın olmadı” diyen, çokbilmiş cami cemaatini mi ararsınız?
“Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Hz. Peygambere inat, “ahlaktan arındırılmış bir şekilci Müslümanlık” anlayışını temsil edenler türedi.
Tesla böyle olan insanlara “o kadar cahilsiniz ki, dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz” diyordu.
Necip Fazıl ise, bu gibi “Müslümanlara”, “ham softa kaba yobaz” derdi.
Arif Nihat Asya “Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; / Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!” demişti.
Evet, maalesef Ebu Cehil ölmedi… “Ham softa kaba yobazlar” ölmedi. “Müslümanlar” arasında dolaşıyor.
NOT
: Mevlid kandilimiz Ebu Cehillerin, ham softa kaba yobazların etkisizleşmesinin başlangıcı olsun..
19.11.2018
Ruhittin Sönmez