Şehircilikte hiç başarılı değiliz
ŞEHİRCİLİKTE HİÇ BAŞARILI DEĞİLİZ Türkiye Cumhuriyeti döneminde en başarısız olduğumuz alan bana göre şehirciliktir. Türkiye emsali ve daha gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında son derece kötü şehirleşmiş bir ülke. Herhangi bir yurtdışı gezisinden dönen Türk vatandaşlarının daha Türkiye’ye ayak basar basmaz veya uçakta
ŞEHİRCİLİKTE HİÇ BAŞARILI DEĞİLİZ
Türkiye Cumhuriyeti döneminde en başarısız olduğumuz alan bana göre şehirciliktir.
Türkiye emsali ve daha gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında son derece kötü şehirleşmiş bir ülke.
Herhangi bir yurtdışı gezisinden dönen Türk vatandaşlarının daha Türkiye’ye ayak basar basmaz veya uçakta ise havadan baktığında ilk gördüğü manzaradan rahatsız olduğunu bilirsiniz.
Düzensiz yerleşen binalar, yan yana bloklarda farklı yükseklikler, dış görünüşte uyumsuzluklar, çatılarda, balkonlarda görüntü kirlilikleri oluşturan anten vb fazlalıklar, yeşil alan azlığı, yetersiz yollar, yollara park etmiş araçlar, trafik sıkışıklığı gibi olumsuzluklar hemen dikkatimizi çeker.
Bu işleri düzenlesin diye yıllardan beri T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı diye bir kurum olan bir ülkede şehirlerimizin bu kadar kötü düzenlenmiş olmasına şaşırabiliriz.
Bu bakanlık adı Nafia Vekaleti, Bayındırlık Bakanlığı, İmar ve İskan Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve nihayet 2011’den beri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak Cumhuriyet tarihi boyunca görev yaptı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Vizyonunu, “Yaşanabilir çevre, afetlere hazır kimlikli ve akıllı şehirler” olarak tanımlamış.
Misyonunu da, “Sürdürülebilir çevre ile uyumlu hayat kalitesi yüksek şehirler ve yerleşmeler oluşturmak üzere; planlama, yapım, dönüşüm ve çevre yönetimine ilişkin iş ve işlemleri düzenleyici, denetleyici, katılımcı ve çözüm odaklı bir anlayışla yapmak” olarak tarif etmiş.
Ama sonuç ortada.
Özal öncesi Türkiye’de her şey merkezi idare tarafından Ankara’da planlanırken, Özal’dan sonra yerel yönetimler güçlendirildi. İmar, planlama, denetleme ve bazı vergileri tahsil etme yetkileri Belediyelere verildi.
Ama bu defa da küçük rantlarda yerel, büyük rantlarda Ankara’daki siyasetçilerin müdahalesi hiç bitmedi.
Bu sözümün en açık delili, 25 Aralık 2013’de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın Bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ederken yaptığı itirafıdır:
“Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın (R.T. Erdoğan’ın) onayıyla yapıldı.”
Şehirlerimiz kocaman beton yığınlarıyla doldu. Boş alanlar talan edildi. Afetlerde toplanılacak boş arsa dahi bırakılmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu sözü İstanbul için söyledi ama bütün şehirlerimiz için söylenmiş sayabiliriz: “Biz bu şehre ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum.”
Gerçekten şehirlerimizin kıymetini bilemedik, şehirlerimize ihanet ettik.
Şehirlerimiz yaşanabilir bir çevreye sahip değil, afetlere hazırlıklı değil.
Şehirlerimiz hayat kalitesi yüksek olmayan, kimliksiz ve kişiliksiz yerleşmeler durumunda.
*******************************
İMAR PLANLARI İLE SERVET TRANSFERİ
Rubil Gökdemir arkadaşımız hesaplamış. Sadece İstanbul’da 76 adet markalı inşaat projeleri sahiplerine kazandırılan servet dudak uçuklatan boyutta.
“Son 15 yılda sadece İstanbul’da imar planlarında Belediye, TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yapılan değişiklik ve ‘emsal artışları’ ile 76 adet markalı inşaat projesi sahiplerine 12 milyon 400 m2 daha fazla inşaat yapma izni verilerek, toplam 240 MİLYAR TL haksız kazanç transferi yapıldığı anlaşılmıştır.”
Hadi bu servet transferi sağlandı. Bunun karşılığında yaşanabilir, içinde sağlıklı, huzurlu, mutlu olabildiğimiz şehirler yaratabilselerdi.
*******************************
KÖTÜ ŞEHİRLEŞMENİN AĞIR MALİYETİ
Kötü şehirleşmenin başka maliyetleri de var. İnş. Müh. Halim Küçükali “Türk ekonomisinin en büyük kara deliği belediyelerdir” başlıklı bir yazıda bu maliyeti değerlendirmiş:
Nispeten doğru ve düzgün şehirleşme örneği olan (Ataköy ve Eryaman gibi) az sayıda semtlerimiz var. Buna karşılık çok sayıda plansız, denetimsiz, çarpık şehirleşme örneği olan semtlerimiz mevcut.
Bunların hepsinin de gelir kaynakları arasında emlak vergisi ve çöp vergisi önemli yer tutuyor. Ancak, “Çarpık ŞEHİRLEŞMENİN yoğun olduğu semtlerden toplanan paralar YETMİYOR, planlı semtlerden toplanan paralar üzerine ekleniyor, hatta onlar da yetmiyor, belediyeler YENİ İNŞAAT RUHSATLARI vererek bu AÇIĞI kapatmaya çalışıyor. Tabii ki bu yöntem de problemi ÇÖZMÜYOR, var olan problemlerin üzerine daha FAZLA YÜK daha getiriyor ve daha da karmaşık hale sokuyor.”
“Bu çarpık şehirleri ıslah etmek için harcanan ve harcanacak paralar ile eski konutlardaki ISI KAYBINI, sağlıksız koşullarda yaşayan vatandaşlarımızın SAĞLIK harcamalarını, trafikte harcanan zamanı ve fazladan tüketilmek zorunda kalınan AKARYAKIT gibi savurganlıkları da üst üste koyarsanız” müthiş bir ekonomik kayıp ortaya çıktığını görürsünüz.
Halim Küçükali bu şekilde oluşan yıllık kaybın 35 milyar dolar mertebesinde olduğunu söyleyerek, dehşet bir tespitte bulunuyor:
“Bizim çarpık şehirlerimiz; Dünya petrol, doğalgaz sektörünün iyi bir pazarıdır.
Dünya ilaç sektörünün iyi bir pazarıdır.
Dünya uyuşturucu, alkol sektörünün iyi bir pazarıdır.
Suç örgütlerinin yaşam alanıdır.
Yerel siyaset ağalarının GEÇİM kaynağıdır.
İktidarların UCUZ oy deposudur.
Onun için bu alanların düzelmesi kimsenin işine gelmez.”
Bütün bunları düzeltmek için “kentsel dönüşüm” bir çıkış yolu olabilirdi.
Ama halen yürütülen “kentsel dönüşüm” uygulaması şehircilik açısından utanç vericidir.
Çünkü bu uygulamayı da modern şehirler yaratma anlayışı ile değil, daha fazla para kazanmak hırsıyla yapıyorlar.
Ruhittin Sönmez