Kim düşündüyse bu sloganı, çok isabetli olmuş. Kurumsal olarak sloganın sahibi sanırım Burdur Sağlık Müdürlüğü.
Son 20-30 yıldır başımıza daha çok musallat olan; obezite(şişmanlık), yüksek tansiyon(hipertansiyon), şeker hastalığı(diabetes mellitus), kemik erimesi(osteoporoz), kireçlenme(artroz), yüksek kan yağları(hiperlipidemi) inme(hemipleji) ve bunlara bağlı ruhsal bozukluklar(psikonevroz) gibi bazı yıkıcı hastalıklar var biliyorsunuz. İşte bunlardan korunma ve tedavide altın anahtarın sırrı, şu başlıktaki beş kelimenin içinde gizli.
Tekrarlayalım: “Datlıyı, duzluyu yemecez, gezenlecez, zayıflecez.”
İşte efendim, biz de bu günlerde birkaç arkadaş sabah kalkıp soğuğun, ayazın cirit attığı o saatlerde, günde 8 km’ nin altında olmamak şartıyla yürüyüş yapıyoruz.
Şimdi bu yazının konusu yürüyüşün faydaları galiba, diyorsanız, yanılıyorsunuz. Konu o değil.
Geçen gün yürüyüş yaptığımız ovada tam “Eni Kuyusu” denilen mıntıkadan geçerken hafızam birden beni 54-55 yıl öncesine götürdü. Orada yaşadığım buruk ve tatlı bir anı vardı, o canlandı hayalimde. Hemen oracıkta anlattım arkadaşlara. Kulak verelim:
“Güzün okullar açıldığı zaman en büyük ödülümüz, babamızın aldığı okul çantası olurdu. Haa okul açılmış ama, tarla tapan işleri bitmiş mi? Hayır, ne gezer? Şu ilerde Eni Çayırı denilen yerde hasırdan evimiz vardı. Orada mısır soyar, mısır döver, hayvanları otlatırdık. Ben o yıl ilkokul ikinci sınıfa başlamıştım. Kasım başına kadar oralarda olduğumuzdan okula da Eni Çayırından gidip geliyorduk.
Şimdi kaybolmuş ama, o zamanlar tam şurada epeyce derin bir su kuyusu vardı. İçine bakmaya korksak da her gün mutlaka orada durur, dibine bakardık. Parlak güneşli havalarda sudaki aksimizi görünce de hoşumuza giderdi.
Bir gün yine okuldan çıktık ve ovadaki evimize tek başıma gidiyorum. Tam buraya gelince bende bir susuzluk, bir susuzluk! Çözüm ne? Kuyudan su çekmek! Artık susamasam bile yalancıktan susamış oluyorum tabii. Çekeceğim o suyu başka çıkarı yok!
Hemen işe koyuldum…Zincirle arkadaki ağaca bağlı olan bakracı kuyuya salıp tam suyu çekmek üzereyken… Hooop! Koltuğumun altındaki çanta kayarak kuyuya düşüvermesin mi? Eyvah, ne yapacağım ben şimdi? Çantanın içinde yeni alınan kitaplarım(Hayat Bilgisi, Türkçe, Matematik), bir tanecik defterim, silgim ve kalemim var. Çantam da o kadar güzel ki! Kahverengi, yepyeni, ayna gibi parlıyor.
Güzelim çanta gözümün önünde resmen kuyuda yüzüyor.
Bi duysalar anam, babam; yiyeceğim dayağın haddi hesabı yok…
Hiçbir çözüm bulamayıp ağlaya ağlaya yoluma devam etmeye hazırlanırken, geriden birkaç öğrenci geldi. Hepsi de benden büyük. Dördüncü beşinci sınıflarda okuyorlar ama, daha da büyük görünüyorlar. .
Adı Ali olanı dedi ki: “Valla ben bu çantayı çıkarırım. Öteki: “Atma lan! Nasıl olacakmış o iş?” Ali: “Şimdi görürsün!” Ben de kenarda hıçkırarak ağlıyor, sonucu merakla bekliyorum… Ali, kenarında çengeli olan, sapan çatalına benzer bir ağaç düzdü. Düzdüğü ağacı iple bakraca bağladı ve bakracı aşağı salladı. Hepimiz sonucu merakla beklerken Ali de bir taraftan uğraşıyor, ha bire ter döküyor. Uğraştı, didindi, sonunda çengeli çantanın kulpuna geçirmeyi başardı. Sonra hooop… Çekti geldi.
Bendeki sevinç, coşku ve heyecan dorukta… Çantanın içindekiler ıslanma nedeniyle epey zarar görmüşler ama olsun, ne fark eder ki? Islanan kitabı defteri bizimkilerden habersiz üç-dört günde kuruttum. Biraz deforme olmuşlardı. Fakat kullanabiliyordum. Olaydan anamın babamın haberi olup olmadığını mı merak ediyorsunuz?
Deli misiniz siz? Dayak yemenin âlemi yok…”
Yorumlar (0)