Aşağıdaki anlatılanlar hayal ürünü değildir. Çanakkale Savaşlarında yaşanmıştır.
“Her gün binlerce yaralı geliyordu sahra hastanesine. Hatta bazen bu sayı on binleri buluyordu. Son 15 gün içinde 18 bin şehit verilmişti. Yaralıların sayısı ise 30 bini geçmişti. Doktorlar, sıhhiyeciler, hemşireler günlerdir uykusuz görev yapıyor; sadece yaraları sararak hizmet vermeye çalışıyorlardı.
Doktorlar masaya yatırılan hastalara bakıyor, durumu ağır olanlardan ziyade ‘kurtarılabilecek’ olanlarla ilgileniyorlardı.
Hasta bakıcılar masaya 16–17 yaşlarında bir çocuk yatırdılar. Ağır yaralıydı. Barsakları dışarı çıkmış, bacağının biri kopmuş, diğeri de parçalanmıştı.
Çocuğun yarasına bakan Doktor Tarık Nusret:
‘Bu yaralıyı alın buradan’ dedi.
Çünkü ona, orada yapılabilecek hiçbir şey yoktu. İzmit veya İstanbul’daki hastanelere de zaten yetişemezdi...
Yaralı Mehmetçik gözlerini açarak cansız bir şekilde:
‘Baba… Baba benim. Ben Tahsin’… dedi.
Söyledikleri zor duyuluyordu.
Doktor Tarık Nusret masada yatan ağır yaralı gencin kendi oğlu olduğunu dehşetle gördü. Aylardan beri cephede olduğu için evden bir haber alamamıştı. Oğluyla aynı cephede savaştığını o anda öğreniyordu.
‘Oğlum’ dedi. ‘Oğlum benim, sen de mi buradaydın?’
Sarıldı oğluna, yanaklarından öptü. Hıçkırıklara boğuldu. Çaresizliğin pençesinde kıvranırken, ciğerparesine son bir defa ümitsizce baktı.
Sırada bekleyen yaralılar hızla artmıştı. Kaybedilecek zaman yoktu.
Sıhhiye erlerinden birini çağırarak emir verdi: ‘Oğlumu alın da şu ağacın gölgesine yatırın!’
Arkadan gelen yaralılarla ilgilenmeye başladı.
Sıhhiyeler ağır yaralı askeri alarak bir gölgeye yatırmak üzere götürdüler.
Masaya hemen yaralı bir Mehmetçik daha yatırıldı. Ondan sonra bir başkası daha…
İki saat sonra işleri birazcık hafiflemişti Doktor Tarık Nusret’in...
Ağacın gölgesinde yatmakta olan oğluna doğru yaklaşıp baktı. Çoktan ölmüştü.
‘Oğlum, kınalı kuzum benim… Şehidim!’ diyecek oldu. Diyemedi. Sözler boğazında düğümlenmişti…
Aniden gözleri doldu. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzüldü...”
Aah… Ah… O Çanakkale Destanını…
O şehitleri anlatmak ne mümkün?
“Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın…”
Tarihe sığmayan bu şehitler, bu destan…
Kelimelere nasıl sığar ki!
Şiirle ifade gücünün zirvesindeki isim, M.Akif Ersoy ancak o sahneleri bize biraz canlandırabilir:
“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor,
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse, o pâk alnı değer…”
Bu gün, Zığındere sargı yeri, 57. Alay ve Akbaş Şehitliğinde;
Diyarbakır’lı Abdülkadir’le, Denizli’li Yusuf…
Mardin’li Şeyhmuz’la, Muğla’lı Halil…
Trabzonlu İdris’le, Manastır’lı Hüseyin Avni yan yana yatıyor…
Onlar aziz kanlarını vatan toprağına akıtıp, kan kardeşi oldular ve adeta düğüne gider gibi gözlerini kırpmadan birlikte ölüme koştular… .
İnşallah, ülkemizde birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik her türlü yıkıcı faaliyetin üstesinden geliriz de, hayatlarının baharında kara toprağa düşen o delikanlılara lâyık bir nesil oluruz.
2024
Ramazan Canural'ın 'Türk siyasetinde özgül ağırlığı yüksek bir isim Devlet Bahçeli' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Ramazan Canural'ın 'Kimdir bu Amerika ya da İsrail bize niye saldırsın?' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Ramazan Canural'ın 'Romanlarda yasak aşk!' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Ramazan Canural'ın ''Mehmet Gitti Askere...'' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Dr.Ramazan Canural 'ın "Mehmet Gitti Askere" yazısı Devamı
2024
Ramazan Canural'ın 90 Milyon Ceviz Fidanı Ne Oldu ? Yazısı Devamı
Yorumlar (0)