Libya’da diğer taraflar “vekalet savaşları” yöntemini uyguluyor. ABD Black Water, Rusya ise Wagner adını verdiği şirketlerin profesyonel özel askeri birlikleri ile sahada mücadele ederken, devlet olarak sadece siyasi alanda mücadele ediyor gibi görüntü veriyor.
Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme süreci başladığı halde, doğrudan kendi ordumuzla mı savaşa müdahil olacağımız, yoksa Suriye’de denediğimiz yöntemle, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) benzeri bir oluşuma “eğit-donat” tarzı destek mi vereceğimiz tam anlaşılamadı.
Hatta bir üçüncü seçenek olarak, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyesi olan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin kurduğu SADAT’ın Libya’ya gönderilmesi gündemde.
İktidarın yayın organı gibi görev yapan Sabah Gazetesi’nin yazarlarından Okan Müderrisoğlu’na göre doğrudan müdahale değil, ikinci seçenek söz konusu olacak.
Müderrisoğlu, “Trablus ve Misrata’da konuşlanması beklenen Mehmetçiğin, Suriye Milli Ordusu benzeri bir sistemi Libya Ulusal Ordusu formatında sahaya yansıtma arzusu ağır basıyor. Libya’nın meşru ordusunun eğitimi, toprağını savunacak askerlerin teçhizi, zayıf olan hava savunma kabiliyetinin takviyesi, deniz alanlarının korunması öncelikli hedefler arasında dikkati çekiyor.”
Fakat Müderrisoğlu’nun aynı yazısında Libya’ya SADAT’ın gönderilmesine dair çalışmaların da ipucu veriliyor:
“Esasen açık ve şeffaf politikalar izleyen Türkiye’nin, benzerleri bölgesel ve küresel güçler tarafından da kullanılan araçları gündemine almasının zamanı geldi de geçiyor.
ABD ve Rusya’nınki gibi, ‘profesyonel özel
güvenlik şemsiyesine’ Türkiye’nin de sahip olması, hatta milli menfaatlerinin zorunlu kıldığı anlarda ve yerlerde ileri sürmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Kuşkusuz, bu tür bir yapılanmanın, düzenli ve denetlenebilir
ordu
prensibini zorlaması, alternatif güç kimliğine dönüşmesi riski
de söz konusu olabilir.
Sayısı, süresi, görev alanı belirli, resmi otoritenin gözetiminde, dış sahada rol alabilen Türk Güvenlik Şirketi neden düşünülmesin ki?”
Öncelikle belirtelim ki, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kurup, onların mücadelesine arka planda destek vermek uygulaması Türkiye’nin ilk defa denediği bir yöntemdi. ÖSO Suriye’de yaptığımız harekatlarda faydalı olmasına rağmen, Türk Ordusuna yardımcı bir güç olmaktan ötede bir fonksiyonu olmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri bütün harekatları kendisi yaptı.
Libya’da da meşru hükümet Sarraç’a bağlı güçleri ÖSO benzeri bir tarzda desteklesek ve TSK bizzat müdahil olmazsa askeri başarı kazanma şansımızın zayıf olacağı açık.
TSK’nın bizzat müdahil olmasını artık Türkiye’yi yönetenler de doğru bulmuyor.
“Türkiye’de uluslararası savunma alanında danışmanlık ve askeri eğitim veren ilk ve tek şirket olduğu” belirtilen SADAT’ın böyle bir vekâlet savaşını yürütmek için yeterince organize olup olmadığı şüpheli. En azından ABD’nin Black Water, Rusya’nın Wagner güçleriyle mukayese edilebilir çapta olmadığı biliniyor.
ÖZEL GÜVENLİK GÜCÜ ALTERNATİF GÜÇ OLURSA!
Libya’ya “profesyonel özel güvenlik şemsiyesi” olarak SADAT gönderilirse bu güç zamanla “alternatif güç kimliği”ne dönüşebilir mi?
Libya’da SADAT ister başarılı olsun, isterse başarısız olsun, zamanla Türk siyaseti ve devlet yönetiminde bir etki alanına kavuşması riski olacaktır. Bu gücün “düzenli ve denetlenebilir” olmayacağından endişe etmeliyiz. Bir gladyo örgütlenmesinden daha tehlikeli sonuçları olabilir. Hatta bu silahlı güçler, dikta yönetimlerinin “devrim muhafızlığı” gibi bir oluşuma evrilebilir.
Bu endişelerimizi besleyen sebeplerin başında, SADAT’ın kurucusu emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin kimliğini ele veren açıklamaları oluşturuyor:
Tanrıverdi, 19-20 Aralık 2019’da İstanbul’da İslâm Birliği Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Mehdi gelecek. Ortamı buna göre hazırlamalıyız” dedi. Bu sözler AKP içinde bile rahatsızlık yarattı. Eski Milletvekili Mehmet Metiner bile “Cumhurbaşkanımızın askeri başdanışmanı sıfatını taşıyan biri böyle konuşuyorsa, oturup dizimizi dövelim!” dedi.
O tarihte hala Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan Tanrıverdi, ASRİKA (Asya-Afrika) İslâm Devletler Birliği kurulmasını, Başkentinin İstanbul, resmi dilinin de Arapça olmasını istedi.
“Tanrıverdi’nin resmi danışmanlığından çok önce, 30 Aralık 2011’de hazırladığı yeni Anayasa teklifinde, Atatürkçülük ve Kemalizm’i kast ederek, “Anayasa’da resmi ideolojiye yer verilmemesini, laiklik ilkesinin çıkarılmasını, ana dilde eğitim yapılmasını, Türk Milleti yerine ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı’ denmesini, idari özerkliğe geçilmesini” ve dahi “Anayasa’da değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeler bulunmamasını” istediğini OdaTV’de Müyesser Yıldız yazdı.
Böylesine uç fikirleri olan ve TC kurucu iradesi ve getirdiği ilkelerle problemli olan birinin Cumhurbaşkanlığına Başdanışman olması bile kabul edilebilir değildi.
Şimdi bu adamın yönettiği bir özel ordunun hangi maksatlarla kullanılabileceğini düşündükçe, sadece “Libya macerasının” sonucu açısından değil, daha ötesinde Türkiye’miz için endişelere kapılıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 Ocak’ta yaptığı şu açıklama bu endişelerimi pekiştirdi:
“Artık şehirlerimizin düzeni sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız.
Öyleyse bu yeni duruma karşı yeni yaklaşımlar, yeni fikirler, yeni yöntemler, yeni güvenlik düzeni geliştirmemiz gerekiyor.”
Kastedilen SADAT benzeri örgütler ise… Vay halimize!
Yorumlar (0)