Burdur Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Veteriner Hekim Ömer Faruk Gündüzalp, katıldığı yerel bir televizyon kanalında, gıda, tarım ve hayvancılık sektörüne yönelik görüşlerini dile getirdi. Türkiye’nin zor bir süreçten geçtiğini, tarımdaki yapısal sorunların halen daha devam ettiğinin altını çizen Gündüzalp, “Sorunlarımızın temeli ekonomik meseleler. Hele ki tarım ve hayvancılık sektöründeki yapısal problemlerin çözümü için atılacak adımlar, geleceğimiz açısından, gıda arz ve güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Her geçen gün artan nüfusu, azalan toprakla doyurmamız için doğru bir tarım politikasına ihtiyacımız var” dedi.
Burdur Ticaret Borsası Başkanı Ömer Faruk Gündüzalp, geçtiğimiz günlerde Kanal 15 TV’de, Bilal Karasakal moderatörlüğünde ve Burdur Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Kürşat Tuncel’inde yer aldığı canlı yayınlanan ‘Burdur’un Nabzı’ programında, sektöre ilişkin soruları yanıtladı. Başkan Gündüzalp, yaklaşık 2 saat süren programda, şu ifadelere yer verdi; “Temelde ne var; beslenme, barınma ve güvenlik. Bunlardan hangisi daha öncelikli diyemezsiniz. Hani bir laf var; Allah, insanı açlıkla terbiye etmesiniz deriz. Aç kalan insanın ne yapacağını kestiremeyiz. O yüzden gıda önemli diyoruz. Hem pandemi hem de Rusya-Ukrayna savaşı, aslında gıda milliyetçiliğinin ne kadar önemli olduğunu, gıdada bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlık kadar önemli olduğunu bir kere daha gözler önün serdi. Hadiseye bu gözle bakmamız lazım. İnsanların karnını doyurmanız lazım, tarımı ve tarıma dayalı sanayiyi geliştirmek lazım. Pandemi döneminde evden çakamadığımız oldu. O süreçte sadece gıdayı önemsedik. Gıda olmadan diğerlerinin olmayacağını anladık.
Ulu Gönder Gazi Mustafa Kemal’in güzel bir lafı var; ‘Toroslara gittiğinizde, Yörük çadırında duman tütüyorsa, bu ülkede hala birileri vardır, bu ülkeyi zapt edemezsiniz’ diyor. Şuanda geldiğimiz noktada kırsalın en önemli sorunu, kırsaldaki nüfusun azalması, kırsaldaki nüfusun yaşlanması, gençlerimizi kırsalda tutamamamız. O halde köylü milletin efendisi midir, soru işareti koymak lazım. Köylü artık bulunduğu ortamı terk ediyor, başka yerlere gidiyor. Biz sanayileşeceğiz, teknolojide ilerleyeceğiz derken tarımı tu kaka yaptık. Halbuki tarım tu kaka olacak bir olay değil, tarım baş tacı olacak bir durumdur. Topraktan insanları uzaklaştırdık, toprağa küstürdük, çocukluğumuzda bize öğretilen bir şarkı vardı, ‘orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.’ Bu subliminal olarak bilinçaltımıza yerleştirildi. Köye gitmediğimiz zaman, köydeki yaşamın devam edeceğini düşündük. Köye gitmezsen, köyde yaşamazsan, oradaki yaşam devam etmez.
Her ne olursa olsun, ithal etmek çözüm değildir, asıl olan üretmektir. Siz üretmezseniz, yurtdışından bunu ucuza getiremezsiniz. Bu ekonominin genel kuraladır. Siz o ürünü üretmiyorsanız, o ürünü almak zorundaysanız, o durumda fiyatı siz belirleyemezsiniz. Belirleyemediğiniz zamanda o ürünü almanıza ekonominiz izin vermez. Ama ne yazık ki üzülerek söylüyorum, biz genç nüfusu köylerden uzaklaştırarak, köydeki üretim yetimizi kaybediyoruz. Burası teke yöresi, peki biz teke yöresinin başkentinde çoban bulabiliyor muyuz? Kağıt üzerinde tarım politikalarımız var ama uygulanabilir politikamız yok.
Geçtiğimiz haftalarda tarımsal üretim planlaması yönetmeliği Resmi Gazete’de yayınlandı. Yönetmeliğin gerçek anlamda uygulandığı zaman biz ne üreteceğimizi bileceğiz. Hepimizin bu yönetmeliğin arkasında dimdik durması lazım. Ve bunun olması için çalışmamız lazım. Bunun olmaması için değil, bunun olması için çalışacağız. Üretim planlaması düzgün yapıldığı zaman, üreticiye hak ettiği fiyatı çok daha rahat verebilirsiniz. Bizim üzerinde durmamız gereken ana başlık, kim üretecek? Dün üreticiydi, bugün şehirde tüketici oldu. Biz artık üreten değil, tüketen bir toplum olduk. En büyük zayıf yönümüz kırsalda azalan nüfus. Yüzde 7’lere kadar düştü. Ve nüfusun yaş ortalaması 57’nin üzerinde. Biz, insanlar mutlu olsun diye olmayanı olmuş gibi söylemeyiz. Gerçek neyse o, acı reçeteyse acı reçeteyi söyleriz. Güzel yapılan bir şey varsa güzel yapıldı deriz. Gençleri tekrardan üretime dahil etmekten başka çaremiz yok! Girdi maliyetleri ile bu işi çözemeyiz. Biz o treni kaçırdık. Gençleri köyden şehire getirdikten sonra, şehirden köye göçü nasıl sağlayabiliriz onun hesaplaması yapmalıyız. Sosyolojik açıdan iyi incelenmesi gerek.
Gıdaya yetirince önem verilmediği, payı azaltıldığı zaman, çözümü ithalatta aranıyor. İthalatla getirmeye kalkıldığı zaman işin içinden çıkamıyorsunuz. Hayvanı ithal getiriyoruz, fabrika yeminin yüzde 65’i ithal, kullandığımız tohumların çoğu ithal, ilaçlar ithal, spermler ithal, gübre ithal. Bu kadar dışa bağımlı iken biz nasıl tarım ve hayvancılık ülkesi oluyoruz. Demek ki bir şeyler ters gidiyor. Farklı dönemlerde, farklı siyası iktidarların yaptığı hataların tamamı, şimdi birikerek karşımıza çıkıyor. Şuanda radikal kararlar alıp, sorunların çözüm yoluna gitmezsek, bir müddet sonra üretici diye bir şey kalmayacak. Üretici kalmadığı, tamamıyla tüketici olduğumuz zaman, ülkeyi nasıl doyuracağız? Tarımı hak ettiği yere getirmek bizim elimizde. Bunu sadece tarım olarak düşünmeyin. Bu ülkenin eğitim sistemiyle, dinamikleriyle öyle bir oynadık ki, kapanması zor yaralar açtık.
Devlet memurunun aldığı maaş ortada, şuanda sanayide usta/kalfa dediğimiz bir insan üniversite bitirmiş devlet memurundan çok daha fazla maaş alıyor ama yetişmiş eleman bulamıyorsunuz. O halde eğitim sisteminde baştan gelen bir hata var. Herkesi üniversite mezunu yaparak bu ülkeyi kalkındıramayız. Yapılan hatalar sonucunda, sizin üniversite mezunlarınız, şimdi olduğu gibi kasiyerlik, garsonluk yapar. Meslek liselerinin gerektiği değeri alması lazım. Burdur, hayvancılık kenti diyoruz, bir tane tarım lisemiz var, bir tane de hayvancılık lisemiz var. E nasıl bir hayvancılık kentiyiz biz. Nerede bizim ara elemanlarımız?
Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesini, Ziraat Fakültelerinden farklı düşünmek lazım. Nasıl Veteriner Fakültesi ilimizin hayvancılığına farklı bir ivme kazandırdı, yeni fakültemizde tarım alanında şehrimize katkı sağlayacak. Hayvancılık kentiydik, Veteriner Fakültesi bizim ihtiyacımızdı ve Türkiye’nin en iyi Veteriner Fakültelerinden birisi olduk. Tarım Bilimleri ve Teknoloji Fakültesine de bu şekilde bakmak lazım. Yeni dünya düzeninde, tarımın öneminin arttığı bu dünya düzeninde bu fakültelerimizin önemi bir kat daha artıyor. Standart eğitimin dışında gerçekten sahayla iç içe, sahayla üreten fakülte durumuna gelirse, oradan mezun ettiğimiz öğrenciler sahada aktif çalışırsa önemli bir verim sağlanır. Buna destek verecek Tarım ve Hayvancılık Liselerinin de sayısını artırmamız lazım. Meslek liselerine de gerekli değeri sağlarsak sistemi işler hale getiririz. Masa başında oturan değil aktif olarak sahada çalışan mühendislere, teknikerlere ihtiyacımız var. Tarım ve hayvancılıkta üretim için masa başı bürokrasisinden kurtulmalıyız.
İl Tarım ve Orman Müdürlüklerinin her köye bir veteriner hekim ve ziraat mühendisi projesi vardı, kısmen uygulandı. Başarıya ulaştığı noktalar var ama sürekliliği sağlanamıyor. Bizde aksaklıkları gidererek çalışmaları devam ettiremiyoruz. Bir aksaklık olduğu zaman bizim bürokrasimizde iş bitiyor, sürekliliğin sağlanması için revizesinin yapılıp düzenlemelerinin tamamlanıp devam etmesi gerekiyor. Ülkemizde en çok bakan değişikliği Milli Eğitim ve Tarım’da değişiyor. Her yeni bakan, yeni bir uygulama başlatıyor. Mesela havza metodu daha önceki Tarım ve Orman Bakanı tarafından başlatıldı, sonra bu uygulama delindi, ürün çeşitliliği arttı. Çeşitlilik artınca havzadan çıkıyorsunuz. Yasaların ve planlamaların net ve doğru bir şekilde, uygulanması gerekiyor. Plan ve projelerde devamlılığın sağlanması şart. Devlet politikaları oluşturup sürdürmek gerekiyor, bakan politikası olunca her bakanla yeni politika, yeni plan ve proje ortaya çıkıyor.
Üretimde en büyük sıkıntı, herkesin bildiği gibi maliyetlerde. Artan girdi maliyetleri üreticimizin canını çok sıkıyor. Bunun çok sayıda sebebi olabilir ve sıralayabiliriz. Gübrede %400’e varan artışlar, Mazotta %250’ye varan artışlar meydana geldi. Biz ne kadar iyi fiyat verirsek verelim, girdi maliyetleri karşısındaki artışları sağlayamayız. Üreticiyi enflasyon karşısında ezerseniz üretici tarlayı terk etmeye başlar. Üreticiyi koruma altına almamız lazım. Bunu tarlaların toplulaştırılmasından, planlanmasına kadar her sorunu çözerek engelleyebiliriz. Üretimde 2024 sezonu başlıyor. Tarlaya üretici bir ürün ekecek ama ne kadara satacağını bilmiyor. Yıl boyunca ürünüm para etsin diye dua etmekten başka bir şey yapamıyor.
Geçen yıl pancarda 3 defa fiyat değişti. Ocak ayında 800 TL olarak açıklandı, Mart’ta 1100 TL oldu ve Eylül’e geldiğimizde 1400 TL olarak güncellendi. Desteklemelerle 1450 TL’yi buldu. Üreticimiz memnun oldu, bu yıl da 2000 TL civarında olsa üreticimiz daha da mutlu olur diye düşünüyorum. Pancar alım fiyatı daha açıklanmadı, bu belirsizlik üretici için sıkıntılı. Biz üreticiyi kısır döngüye sokmadan bu işin içinden çıkmamız lazım.
Öyle bir ülke düşünün ki, üreticinin 2024 yılında ne ekeceğini şimdiden söylüyor. Kullanacağı gübresini, motorinin miktarını belirleyip bedelini destekleme olarak peşin veriyor. Böyle bir ülkede tarım yapılmaz mı? Bizim gibi büyük bir devletin tarımdaki sorunları hızlı bir şekilde çözmesi lazım. Çünkü biz bunu yapabilecek güçteyiz. Bu işi daha da geliştirelim, tarlalarda üretilen tüm ürünleri borsaların içine sokalım, ekonomiyi hareketlendirip kayıt dışılığı engelleyelim. Çünkü buradan herkes kazanacak.
TMO’nun, randevulu alımında sorunlar yaşandığı sık sık gündeme getirildi. Devletin açıkladığı fiyatla, tüccarın açıkladığı fiyat arasında fark olduğu için ÇKS’li yada ÇKS’siz herkes, ürettiği ürününü TMO’ya vermek istedi ve sonucunda yığılmalar meydana geldi. Biz bu konu için Ankara’ya gittiğimizde gerekli görüşmeleri yaptık. Sonraki süreçte üreticiye bu konuda, bir şekilde yardım etmeye çalıştılar. Devlet işleyişinde bazı anlık hatalar yapılabilir, bu devlet tarafından da, üretici tarafından da olabilir. Önemli olan böyle bir olayda hızlı bir şekilde müdahale ederek o an ki krizi doğru yönetebilmek. Geçen yıl tüccar Arpa’yı 6 TL’den alırken, devlet 5.25 TL’den arpa verince tüccar çok zarar etti. Öyle olunca bu yıl ürünlere çok fazla talip olmadılar. Düşük fiyat vererek, kendilerini garanti altına almak istediler. Bir yerde hata başladığı zaman sonraki dönemlerde bu hatalar yansıyor.
Bizim insanımız vatanını sever, ülkesinden vazgeçmez ve üretmeye devam eder. Bu kadar fedakar bir kesimi görmezden gelmek üzücüdür. Köylümüzün, üretenimizin vatan sevgisiyle ürettiğini toprağa herkesten çok sahip çıktığını bilmemiz gerekiyor. Bizler ise yaptığımız yanlışlarla bu insanları su istimal edersek, onları topraktan uzaklaştırır, Afkanla, Suriyeli ile memleketin tarımını kalkındıramayız. Bundan 4-5 yıl önce yabancı işçi çalıştırmak ucuz maliyet nedeniyle tercihti. Ama bugün üzülerek söylüyorum yabancı işçi çalıştırmak zorundalar. Çünkü yerli işçi bulamıyorlar. Türkiye’nin bu işçi meselesine el atması gerekir, bunun kadar önemli olan toprak satışlarını da aynı özenle çözmesi gerekir. Milletimiz toprağını satıyor ama kime sattığını bilmiyor. Yabancıya toprak satışının önüne geçilmesi lazım. Bu satışların altında çok fazla komplo teoriler üretebiliriz. Daha önce kırsalda yapılan arazi satışlarında oranın köylüsü alırdı, yan tarla sahibi alırdı, kardeş alırdı. 3-4 yıldır dışarıya çok arazi satılıyor ve bunu kimin aldığını kimse bilmiyor. Benim için toprak satışı önemli bir noktadır. Çünkü o toprağı bir daha geri alamazsınız. Bu ülkede geri dönüşü olmayan 2 unsurdan birisi can diğeri topraktır. İster toprağı birine satarak ister tarım arazileri üzerinde imar değişikliği yaparak konut ya da ticari alana çevirerek bitirdiğiniz toprağı tekrar geri kazanamazsınız.
Tarım arazilerinin imara açılması çok büyük bir handikap. Burada biz dengeyi sağlayamıyoruz. Burdur’un ortasından kullanılmayan bir tren yolu geçiyor ve şehri ikiye bölüyor. Önceden şehri bölmüyordu çünkü tren yolunun üstü konut alanı, altı tarım alanıydı. Biz Burdur’un verimli tarım alanlarını konuta çevirdik. İyi mi yaptık ? Bucak’ta böyle, Çeltikçi’de böyle. Trakya’ya gidin orası da öyle. Eskiden Ayçiçek tarlalarıyla çevrili Trakya, şuan fabrika ve konutlarla çevrili. Her yeri imara açarak tarım alanlarını bitirerek bu işi sağlayamayız. Artan nüfus var ve buna konut ihtiyacı doğuyor, bu kısma bir itirazım yok ama konutu tarım arazisine sağlamak zorunda değilsin. Maliyeti yüksek olabilir ama konutları kıraç, dağlık arazilere yapmak gerekiyor. 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde gördük, en fazla yıkım tarım arazilerine yapılan konutlarda meydana geldi. Sonuç ne oldu peki? Sayısı binleri geçen can kayıpları, kaybedilen tarım arazileri ve geri dönüşü olmayan bir yıkım. Ne olursa olsun konu planlamaya geliyor. Tarım planlaması olduğu kadar arazi planlaması da yapılması gerekiyor.
Acil bir şekilde özümüze dönmezsek, kazanç sağlayamaz hale geliriz. Bizim kendi tohumlarımıza dönmemiz lazım. İthal tohum ile üretimi sürdüremeyiz. İthal ettiğimiz için ürünlerin fiyatını da, kazancımızı da onlar belirliyor. Ben tohumda yabancıya mahkum olmazsam o zaman benim fiyatımı onlar belirleyemez. Hem maliyetim düşecek, hem tohumu satan ben olursam kazancım artacak. Bizim arazimiz, fakültelerimiz, enstitülerimiz varsa bu tohumları bizim üretmemiz lazım. Hayvancılık alanında aşılarda ithal geliyor. Bunların ciddi anlamda sorgulanması, yerli ve milli kaynaklarımızı yaratmamız lazım. Tarımda, hayvancılıkta, eğitimde sanayide fabrika ayarlarımıza geri dönmeliyiz. Cumhuriyetin 100. Yılında 100 yıl önceki kurucu iradenin gösterdiği hassasiyeti, milliyetçiliği, onların gösterdiği vatan sevgisini göstererek özümüze dönmemiz lazım.
Ulusal Süt Konseyi’nin, sütteki maliyeti düşürmesi, belirlenen süt alım-satım fiyatını değiştirmez. USK her ay, bir önceki ayın süt maliyetini kendi hesaplamalarına göre yapıyorlar. Temmuz ve Ağustos’ta bazı yem kalemlerinde fiyat düşünce süt üretim maliyetinde 65 Kuruşluk bir düşüş oldu. Süt fiyatlarıyla, yem fiyatlarını karşılaştırdığımızda ortalama 3 yıldır üreticimiz tatmin oluyor. Eğer memnun olmayan üretici varsa, yöntemlerini gözden geçirmelidir. Son 1 yılda süt fiyatının artışı, yem fiyatının artışından fazla. Süt fiyatında geçen yıla göre %50-60 zam varken, kesik yem ortalama %30 zamlandı. Hayvancılık yapıyorsanız ürünü sezonunda alıp, stoklamanız lazım. Önceden hayvancılık düşük sermaye ile yapılıyorken şuan ciddi işletme sermayesi gerektiren bir sektöre dönüştü. Eğer bu şekilde çalışıp stok yaparsanız kar sağlarsınız, yoksa zamlara maruz kalıp zarar edersiniz.
Türkiye’de, gıda enflasyonunu süt fiyatlarına bağlayarak düşüremezsiniz. Ulusal Süt Konseyi gerçek görevini yapsın, Gıda Komitesi de elini bu alandan çeksin. Yoksa USK gerçek görevini yapmıyor. Hal Yasasını değiştirdik, marketler kendi hali varmış gibi ürün alma imkanı buldu. Yıllarca tarladan ürün pazara gelene kadar 6 elden geçiyor ve fiyat afaki artıyor diye şikayet ettik. Marketler ise tek elden ürünü alıp pazarla aynı fiyata hatta daha pahalıya satıyor ama mantık olarak ucuz olması lazım. Bu sistemin irdelenmesi lazım. Haksız kazanç nerdeyse çözülmesi lazım. Mesela sütteki fiyatı doğru olarak okumamız lazım. Şuan Burdur’da sütün taban fiyatı 12.40 TL. Oradan fabrikaya gidecek, nakliye, ambalaj ve ürün yapılıp tekrar geri gelecek. Bugün 1 kg peynir için peynirin çeşidine göre 7 ile 13 litre arasında süt kullanılıyor. Bugün 10 Litreyle yapılan ortalama bir peynirin sadece çiğ süt maliyeti 124 TL yapıyor. Böyle görmek gerekiyor. Maliyet artışındaki en önemli kalem lojistik kalem haline geliyor. Bizim üretim planını yaparken de bunları düşünerek yapmamız lazım. Enflasyon yüksek, biz yüksek enflasyona rağmen üreteceğiz. Hep diyoruz ki üretim varsa kalkınma var, üretici varsa Türkiye var. Gıdayı hor gören yarını zor görür. Herkes taşın altına elini koysun hep birlikte bu sorunları çözelim. Kendi çocuklarımızın geleceği için üretmeliyiz.
Yorumlar (0)