Geçmişten Geleceğe Teknoloji Yolculuğu: Nostaljik Anılarla
Teknolojinin her geçen gün nasıl hızla ilerlediğini ve hayatımızın her alanını nasıl etkilediğini gösteren Ramazan Canural'a ait yazı, nostaljik bir bakış açısıyla geçmişi anarken geleceğe dair de umut veriyor.
Yazar, teyp, radyo, bilgisayar, cep telefonu, kamera ve araba gibi teknolojik ürünlerin geçmişteki ve günümüzdeki durumunu karşılaştırarak, teknolojinin sunduğu imkanlara rağmen geçmişin sadeliğini ve mutluluğunu da özlüyor. İşte Ramazan Canural'ın köşe yazısı...
TEKNOLOJİ DÜNYASINDA NOSTALJİK BİR SEYAHAT
İlkokul dördüncü sınıftayız. Bir bahar günü öğretmenlerimiz bizi İlçemizde “Deliyaraz” adıyla bilinen piknik alanına götürdüler. Bizde bir sevinç, bir mutluluk ki, sormayın gitsin…
Koşma, hoplama, zıplama, top oynama…
O gün okul müdürünün elinde bir cihaz gördük. Radyoya benziyordu. Neydi ki o? “Teyp” dediler. Sesleri kaydedermiş. Öğretmenler bazılarımızı konuşturup seslerimizi kaydettiler. Sonra konuştuklarımızı bize dinlettiler. Bu ne biçim bir aletti?! Şeytan işi gibi bi şey…
O yıl henüz radyomuz yoktu. Bir yıl sonra rahmetli babacığım elinde DELTA marka bir radyoyla çıkageldi. Bizdeki sevinci görmeyin! Babam sanki dünyayı evimize taşımıştı.
Gençliğimizde internet de yoktu tabii. İnternet 2000 li yılların başında yaygınlaşmaya başladı. Doksanlı yıllarda bırakın interneti, çoğumuzun evinde bilgisayar yoktu. İlk masaüstü bilgisayarımı aldığımda, satan çocuk “abi bu yeni versiyon, çok hızlı, canavar gibi bir şey,” demişti. Açılırken horul, horul öterdi. Uçak kalkar gibi… O zamanlar vindows, mindows hak getire… İlkel bir DOSE yazılım programı vardı ve bu bilgisayar sadece hasta bilgilerini kayıt etmeme yarıyordu. Fiyat:2500 Dolar, tarih 1991.
Tabii gençliğimizde cep telefonu da yoktu. Hatta herkesin evinde immobil telefon bile bulunmazdı. Cep telefon reklamlarını tv den izlerdik. Adamın gömlek cebinden bir kuş uçardı, reklam başlarken…”Cep telefonu değil, sanki gömlek cebi telefonu” derdi, bir bayan sesi. Cep telefonlarını da aklımız pek almazdı ya, neyse…. Cebe sığdığına göre…Küçücük bir şey olmalıydı. İlk cep telefonunu aldığımda tarihler 1996 yı gösteriyordu. Marka Ericsson. Fiyatı mı? Sanırım 700 Mark, yani 375 Dolar civarındaydı. Öyle “akıllı” filan da değildi, sadece konuşmaya yarardı.
(Mark Alman para birimiydi. Türkiye’de çok kullanılırdı. Dövize yatırım yapanlar Dolardan çok Mark alırlardı. Avrupa Ülkeleri 2000 yılında ortak para birimi Euro’ya geçtiler.)
Gençliğimde kameramız hiç olmadı. Yurt dışından babalarımızın, dayılarımızın getirdiği dürbün gibi bir şeyin içinde, kaydırıla kaydırıla bakılan Almanya, Avusturya, Fransa resimlerini hayranlıkla seyreder; gâvurların yollarını, caddelerini rengarenk çiçeklerle süslü parklarını, havaalanlarını seyrettikçe “yahu ne biçim yer bu Avrupa, sanki cennetten bir köşe” derdik. Ha unutmadan söyleyeyim, o zamanlar Avrupa Ülkelerinin aramızdaki ortak adı, Cavır içiydi.
İlk kameram hem renkli çekim yapar, hem de çekmekte olduğum görüntüyü ekrandan gösterirdi. SONY. Üstüne üstlük sesleri birebir kaydederdi. Ne güzel bir işti bu! Kamerayı 1996 da almıştım. Fiyat 1500 Mark. Yaklaşık 750 Dolar. Onunla sayısız çekimler yaptım. Hâlâ o günlerdeki hallerimizi, küçücük çocuklarımızın yaptığı şaklabanlıkları kasetlerden izler, kahkahalarla güleriz.
Şimdi… Sıra ilk arabama geldi. Yaş otuz beş, yolun yarısı eder demiş ya şair, ben de ilk arabamı işte o yaşta alabildim. Tarih 1990. Marka TOROS, fiyatı 16000 Mark. Yani 8000 Dolar civarında. İkinci el. 8000 km de. Sıfır sayılır yani… Şimdiki gençler daha evlenirken altlarında bir araba olmazsa mutsuz oluyorlar, teknolojiyle haşır-neşir büyüyorlar. Ama inanın, bizim gençliğimizdeki mutluluğun yarısı onlarda yok.
İşte böyle…
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer, demişler.
Not: Para birimlerini hep döviz cinsinden yazışımın bir nedeni var. O yıllarda aşırı enflasyon nedeniyle paramızda altı sıfır vardı. Şimdi bu rakamları TL. cinsinden yazsam kimse bir şey anlamaz…