KEDİLİ ALFABE-ARADABİR-27 (YANAN MEKTEP HASAN KONU)
KEDİLİ ALFABE-ARADABİR-27 (YANAN MEKTEP HASAN KONU) Yıllar önce adını hatırlayamadığım bir Amerikan filmi izlemiştim. Film orta boy bir kasabada geçiyordu.
KEDİLİ ALFABE-ARADABİR-27
(YANAN MEKTEP HASAN KONU)
Yıllar önce adını hatırlayamadığım bir Amerikan filmi izlemiştim. Film orta boy bir kasabada geçiyordu. Oteller zinciri sahibi bir şirket yerel yöneticilerle anlaşarak kasabanın ortasındaki parka bir otel yapmayı planlamaktadır. Aynı zamanda kasabanın yerlilerinden olan bir öğretmen, projeyi engellemek için tek başına bir mücadeleye girişir. Ancak, yerel medyada bile mücadelesine bir destek bulamaz. Son çare, kendisini parkın ortasındaki yüz elli, iki yüz yıllık bir Karaağaç’ın uç dallarından birine zincirler. Bu Karaağaç’ın öğretmen için sembolik bir anlamı vardır. Kasabayı oluşturan ataları bu topraklara geldiklerinde bu ağacın altında toplanmış, gölgesinde dinlenmişlerdir. Başlangıçta halkın ilgisini çekmeyen bu mücadele biçimi, yaşlı bir kadının da gelip dallardan birine kendisini zincirlemesiyle dikkat çekmeye başlar. Kısa sürede ağacın dalları kendisini zincirleyen genç yaşlı kasabalılarla dolar. Önce yerel medyada yer bulan haber, giderek ulusal ve uluslar arası medya kuruluşlarının da ilgi odağı olur.Sonunda otel projesini gerçekleştirecek şirket, uğradığı itibar kaybı nedeniyle projeden vazgeçerek parkın çocukların ve gençlerin vakit geçireceği bir sosyal alan haline getirilerek korunacağını deklare etmek zorunda kalır.
#
Tam yazının notlarını almaya başlamıştım ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Ağustos gününe rastlayan Cuma Hutbesi düştü internete. Hutbede soyut bir vatan savunmasından söz ediliyor, ne Türk’ün, ne Atatürk’ün adı anılmıyordu. Atatürk’süz Çanakkale Zaferi kutlamalarından sonra Atatürk’süz 30 Ağustos hutbesine tanık oluyorduk. Bir ulusun kendi değerlerine bu kadar yabancılaşması anlaşılır değildi. Aklıma birden İngiltere’de Hyde Park’ın girişine yapılan heykeller geldi. Google’de bu heykellerin resimlerini aramaya başladım. İngilizler, 1. Ve 2. Dünya Savaşları sırasında büyük yararlılıklar göstererek ölen hayvanların anısına anıt heykeller yapmışlardı. Kedi, köpek, güvercin, at, eşek….Elin oğlu kediye, köpeğe minnet duygularını anıtlaştırırken, Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı, hutbesinde ondan söz etmiyordu.
#
Hasan Konu’yu yazacaktım. “HASAN KONU ya da BİR KASABANIN BELLEĞİ” alt başlığını atmıştım. Ancak, ben yazının notlarını alırken “YANAN MEKTEP” yazısını paylaşınca başlığı değiştirdim. Bence asıl yanan mektep, Hasan Konu’ydu. “OĞUZHAN’DAN DOĞAN ŞEHİR BUCAK” “YÜREĞİM YAZ DEDİ” “YİTİK DÜNÜN TANIKLARI” ve “AŞAĞI OBA’DAN ÖTE YAKA’YA” adıyla dört kitap yazmıştı. Bu dört kitabın da araştırma, hazırlık, yazım, düzeltme ve basım süreçlerinin önemli bölümünün tanığıydım. Hepsi de gerçekten meşakkatli ve zor süreçlerdi. Planla, notlar al, tanıklar bularak onları elinde ses alma aygıtı kayda al, bu kayıtları çözümleyerek yazıya geçir, tasnif et; yüzlerce kişinin elinde bulunan nadide fotoğrafları rica minnet emanet alarak tarayıcıdan geçir, bilgisayara yükle; aman başına bir şey gelmesin diye yedeğini al. Ve daha…İşin ilginci bu dört kitabın hiçbir yerinde kendisinden söz ettiği bir tek cümle yoktu. Hasan Konu, bu kasabanın belleğiydi. Ve bu kasaba en az yüz yıldır belediyelikti. Ne var ki, bu yüz yıllık tarih içinde yaşananlarla ilgili bir tek sayfa belge yoktu kurumlarımızın hiçbirinde. Bu kasabanın yöneticileri sadece anıt binaları yıkmakla kalmamış, bu kasabaya ait vesikaları da koruma altına almamıştı. İncirhanı da olmasa bu kasabanın Selçuklular döneminde kurulduğuna dair bir iz bulamayacaktık. Örneğin uzunca bir süre İtalyan işgali altında kalmıştı bu kasaba. Ancak o yıllarda ve sonrasında bir Hasan Konu olmadığı için ilçemizin hafızasında o döneme ait bir kayıt yoktur. “Gül Takvimi’ni yazdığım süreçte o dönemki psikolojik atmosferi soluma kabilinden Çavuşlar mahallesinden rahmetli Molla Osman dedeyle konuşmuştum. Onun da hatırladığı; işgal sırasında Nasihat Heyeti’ne başkanlık eden bir şehzadenin Tömbüldek’teki camiye gelerek hutbe okuduğu; İtalyanlar’ın bizim dostumuz olduğunu söylediği ve çıkışta çocuklara şeker dağıttığından ibaretti. İyi ki OSMAN OKTAY gibi tuttuğunu koparan, özverili bir ortak dostumuz vardı. Sanırım “YİTİK DÜNÜN TANIKLARI” kitabının hazırlığı sürecinde Beyazıt Kütüphanesi’nden o döneme ait belgeler bulup getirmiş, bir açığı kapatmaya çalışmıştık. Ayrıca Hasan Konu hocamın yazdığı dört kitabın da el içine çıkmasını sağlayan Osman Oktay’dı. Çünkü o olmasaydı, paragöz yayıncıların elinde Hasan Hocamın naif kişiliği elef telef olurdu. Osman Oktay sadece bu kitapların mutfağında görev almamış, omzunda havlusu, kitapların servis edilmesini de sağlamıştı.
#
Hasan Hocamdan bağışlamasını dileyerek iki anekdotu da paylaşmazsam içimdeki darlığı atamam. 2018 ve 2019’da bu ilçede iki kez KİTAP GÜNLERİ düzenlenmiş; pek çok yazar davet edilmişti bu etkinliklere. Bu kasabanın bir yazarı olarak bu etkinliklere Hasan Konu davet edilmedi dersem, neler hissedersiniz? Bir diğer husus; ilçemizde pek çok sivil toplum kuruluşu, oda, dernek, kooperatif var. Bunlardan biri, olağan kongrelerinin birinde üyelerine kurban bıçağı yerine Hasan hocamın kitaplarını hediye etse; ayıp mı olur?
“Marifet iltifata tabidir.” Sözü, ne güzel bir söz.
Kişiler de, toplumlar da hafızalarıyla sürdürürler varlıklarını. Tarihe, hatıralara yer açmak, alan açmak yerine; tarihe, hatıralara dirsek atarak talana, ranta yer açarak, alan açarak ulus olarak varlığımızı sürdüremeyiz.
Not: Haddimi aşmadan iki linki paylaşarak dikkatlerinize sunuyorum.
https://www.sozcu.com.tr/…/y…/yeni-askerlik-sistemi-5129722/
https://www.bbyhaber.com/…/08/15/milli-kutuphaneye-buyuk-da…