Ankara’da, resmi açılışları sürekli ertelenen Şehir Hastaneleri’nden biri nihayet 14 Mart’ta açılıyor. Sayın Cumhurbaşkanı 2018 Kasım ayında yaptığı bir konuşmada, “Bilkent’teki şehir hastanemizi aralık ayı sonu itibariyle açıyoruz” demişti, o tarihte açılmadı. 31 Mart seçimleri ile ilgili olarak yaptığı seçim konuşmalarından birinde de,“Bilkent ve Etlik Şehir Hastaneleri’ni 14 Mart’ta açıyoruz” demişlerdi ama Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki 14 Mart’ta yalnızca Bilkent’teki hastane açılacak. Anladığımız kadarı ile o da bütün bölümleri ile değil. Çünkü oraya taşınacağı açıklanan hastanelerden bazıları hâlâ eski yerlerinde faaliyet gösteriyor. Doğrusu, Cumhurbaşkanı bu kadar yanlış bilgi vermemeli ya da bu kadar yanıltılmamalı, yanıltılıyorsa da gereğini yapmalı. Zorlayıp sıkıştırarak yapılan açılışlar yüzünden başımıza gelenlerden hâlâ ders almayacak mıyız?
Bilindiği üzere 14 Mart Tıp Bayramı… İki hafta sonra gelecek olan 31 Mart da malum, seçim zamanı. Hemen her seçim öncesine, “Önceden yapılmış ya da henüz hazır değil” demeden irili ufaklı bir dizi açılış sığdıran iktidar yine aynısını yapıyor. Mesela Altındağ Belediyesi’nin herhalde iki yıldan beri faaliyet gösteren ve geçen yıl “Hasat Bayramı” bile yapmış olan Altın Köy’ü de içine katarak, “Torba Yasalar” misali çok sayıda park, bahçe, salon, ne varsa hepsini birleştirip “Toplu Açılışlar” yapıverdi. Bunun dışında bir de aceleye getirilen açılışlar var. Nitekim Ankara’daki Marşandiz İstasyonu’nda meydana gelen Hızlı Tren faciası da böyle bir acelecilikle ve Sinyalizasyon Sistemi kurulmadan açılmıştı, sonradan olanlar hepimizi üzmüşü.
Şimdi gelelim 14 Mart Tıp Bayramı’na denk getirilen Şehir Hastanesi açılışına… Resmi açılışı yapılmadan bazı bölümleri ile kademe kademe faaliyete geçen Bilkent Şehir Hastanesi’ne bir giden pişman bir de gitmeyen!.. Daha önce Sabah Gazetesi’nde yayınlanan ve yalnızca hoşa gidecek yönlerin ele alındığı hemen belli olan A Haber tadındaki bir yağlama yıkama haberinin aksine; gidenler bocalıyor, kızıyor, öfkeleniyor, gitmeyenler meraktan çıldırıyor! Öyle anlaşılıyor ki bu açılış orada görev yapacak doktorlara da, hastaneye gidecek hastalara da Tıp Bayramı’nı zehir edecek. Nitekim tam da açılış arifesinde bu hastanede meydana gelen asansör faciasında, ikisi ağır dört kişinin yaralandığı haberi duyuldu.
Zaten bu hastane için şikâyetler bitmek bilmiyor. Şöyle ki…
Her şeyden önce, hastanelerin olmazsa olmazı olan doktorları mutlu edecek bir ortam hazırlanmamış. “Dışından baktım yeşil türbe, içine girdim estağfurullah tövbe” misali devasa binalar, her bölümün arasında 100 – 150 metre mesafe… Bazı doktorların oradan oraya koşuşturmaktan günde 15 – 20 bin adım attıkları söyleniyor. Buna rağmen doğru dürüst odaları bile yok. Öyle ki, bölüm başkanları bile çantalarını, paltolarını hasta odalarına bırakmak zorunda kalabiliyor.
bu da değil… Doktorlar için tahsis edilmiş yerler olmadığı için otomobillerini sabahın erken saatlerinde park yerlerini dolduran hasta ya da hasta yakınlarının araçlarının arkasına bırakmak durumunda kalıyorlar. Çare, ön cama telefon numaralarını yazmak. Böyle olunca da haliyle her an “Otomobilinizi çekin” uyarısını almanın tedirginliği ile işlerinin başına geçiyorlar. Böyle bir ortamda sağlıklı hizmet vermek elbette mümkün değil. Üstüne üstlük doktorlardan aylık 200’er TL otopark ücreti talep edileceği konuşuluyor. Düşünebiliyor musunuz? Kendi işyerinizin park yerine para ödeyeceksiniz!..
Çalışma ortamının yetersizliği yalnız bunlarla da sınırlı değil tabii… Tıpkı İstanbul’da yapılan ve “Açıldı açılacak, taşındı taşınacak” diye aceleye getirilen 3. Havalimanı’nda olduğu gibi tavanların su koyuverdiğini, kapı kollarının doktorların ve hastaların elinde kaldığını yazsam ayıp olur mu?
Ya bir hastanenin en hassas yerlerinden biri olan Ameliyathanelerin durumu? Oralarda saniyelerin, saliselerin bile önemi büyüktür ve yeterli personel yoksa, hastalar zamanında içeri alınamıyorlarsa aksamaların olması kaçınılmazdır. “Bilmem şu kadar ameliyathane var” diye övünüp, artık sıradan hale gelen karaciğer nakli haberlerini bile şatafatlı haberlerle duyurmak iş değildir. “Sıradan” diyorum, çünkü TRT’de görev yaptığım sıralarda ve sanırım 5 – 6 yıl önce Malatya İnönü Üniversitesi Hastanesi’nde yapılan 1000’inci Karaciğer nakli için ekip gönderip özel program yapmıştık. Daha güzel ve ses getiren yararlı ameliyatlar yapılabilmesi için öncelikle ameliyathanelerin saat gibi işlemesi gerekiyor. Hizmet personeli açığının mutlaka ve öncelikle giderilmesi şart. Ameliyathanelerin Steril Alet bölümü ise adeta para basıyor! Aletlerin kaybolması ve setlerin karışması ise cabası. Hasta asansörlerinin en az 10 – 15 dakika geç gelmesine ne demeli? Ya kan ihtiyaçları? Bu olmazsa olmaz ihtiyaç anında karşılanabiliyor mu dersiniz?
Bir de şu görevliler, sekreterler ve “Hizmet tanımı” meselesi…
Sekreterlerin, yalnızca hasta kaydı yapıp başka işe karışmadıklarını herhalde oralara yolu düşen herkes fark etmiştir. Personel, “Görev tanımıma uymuyor” diyerek doktorların ve hatta bölüm başkanlarının isteklerini yerine getirmiyorlar. Oysa resmi kurumlarda ve askeri birliklerde, “Ayrıca Müdürün ya da komutanın verdiği görevleri yapar” diye bir madde, bir anlayış, bir uygulama vardır.
Daha önce de, “Konumuz Şehir Hastaneleri” başlıklı bir yazı yazıp açılış yapılmadan bir buçuk iki ay önce bazı konuları dile getirmiştim. Her şeyin “En iyisini bildiklerini” sanıp “Ben yaptım oldu” anlayışının dışına çıkmayanlar yine bildiklerini okudular tabii. Hastalar ve hasta yakınları hastane binaları içinde kayboluyor, doktorlarını bulamıyor ve yorulup ferahlamak ya da açlıklarını yatıştırmak istediklerinde kantinden lanet okuyarak çıkıyorlar. Çünkü fiyatlar tıpkı havaalanlarında olduğu gibi kazık mı kazık! Dışarıda bir lira olan simit ve çay orada 3,5 lira. Bir simit bir çay etti mi 7 lira? Hadi gülüm sen oyna!
E, “Hiç mi iyi tarafı yok canım?” derseniz var tabii… Hastanızın kapıda karşılanıp tekerlekli sandalye ile götürülmesi hoşunuza gidebilir. Para babası iseniz, polikliniklerde bulunan “VİP muayene odalarında” sefa sürebilirsiniz! “Sefa sürebilirsiniz” diyorum, çünkü gördüğüm VİP Oda, beş yıldızlı otel odaları ya da Kral Dairesi gibi bir şey. Televizyonu, lavabosu, yatağı, dolabı her şeyi tam tekmil. Ailecek bile kalabilirsiniz yani! Tabii, poliklinikte hasta ayırımı olur mu, olmaz mı, bunun dinde, ahlâkta, insanlıkta yeri var mıdır, yok mudur orası ayrı bir konu!
İşin özeti, doktorunu bile düşünmeyen ama paralı hastalara özel muamele yapan müşteri odaklı bir sistem. Normal ya da gariban hastalarla tıbbi ve hizmet personelini değil, para getirecek müşterileri düşünen bir anlayış, bir uygulama…
Denebilir ki “Her şey düzene girecek!..” Olmaz kardeşim. Düzene girip girmeyeceğini bilemem. Her şey tam tekmil olmadan açarsanız ben de bunları yazarım, yazmak zorundayım. Tam tekmil olduğunu görürsem elbette onu da yazarım ama lütfen seçim işleri ile böyle hayati meseleleri birbirine karıştırıp işleri aceleye getirmeyin!
Yorumlar (0)