Herkesin mâlûmu olduğu üzere, son yıllarda dünyanın her tarafında ve sıklıkla yaşanan tabii afetlere şâhit oluyoruz! Fakat, hiç bir âfet ya da felâketten ders almıyoruz ve maalesefki maalesef bu âfet ya da felâketlere zemin hazırlamaya devam ediyoruz…
Allah hu alem, bu âfetler sıradan veya basit bir âfet ya da tabii bir tabiat hadisesi değil, vurdumduymazcı-nemelâzımcı ve doymak bilmeyen nefislere hem İlâhî, hem de beşeri bir îkazdır, ciddi bir uyarıdır! Yani, yaşanan âfet veya felâketler Cenab-ı Hakk’ın biz günahkâr kullarına yaptığı Îlâhî bir uyarı veya verdiği-vereceği bir ceza olduğu gibi; inşaat malzemelerine hile karıştıran ya da dere yataklarına bina yapan; kısaca işine ve malzemesine hîle karıştıran, haram katan insanlara da beşerî bir uyarıdır-îkazdır!
Bizim Dînimize îmanımıza ve inancımıza göre, tabiattaki hiç bir hadise sebepsiz ve hikmetsiz değildir. Ve hemen her şeyi olduğu gibi, tabiat hadiselerini yaratan da Cenab-ı Hakk’tır. Ve O’nun bazı hikmetleri idrak edilebilse de, bir çok sırrı Kendisinde gizlidir!
Bu konuda ve el-Enâm Suresi’nin 59. âyet-i kerîmesinde, “O’nun ilmi ve izni dışında bir yaprak bile kımıldamaz. O, yerin altında yatan ve karanlıklar içinde kalan tek bir taneyi dahî bilir. Yaş kuru ne varsa, apaçık kitaptadır…” buyruluyor!
Peki, koskoca kâintatta küçücük bir yaprak bile O’nun bilgisi, iradesi ve izni olmadan düşmez-düşemez ise ki, bu kesinkes böyle… O zaman karlı dağların, koca koca taşların, gökdelenlerin veya karkas yapıların ve yerin bilmem kaç kilometre dibinden sarsıldığını ve bunun da rastgele ya da kendiliğinden olduğunu söylemek mümkün mü? Yani böyle bir olgu aklın, mantığın, îman ve îtikatın kabul edebileceği bir şey midir?
Kısacası, Cenab-ı Hakk tabiattaki bazı hâdiseleri periyodik bir akışa bağlamıştır. Meselâ, İlâhî bir takvim olan güneşin ve ayın doğup batışı ile diğer hareketleri bir an-bir saniye bile şaşmadan ve milyonlarca, hattâ milyarlarca yıldır devam ediyor.
İşte kısa bir süre önce Burdur’da hissettiğimiz, önceki günde İstanbul’da gerçekleştiğini görüp duyduğumuz deprem ile hemen hergün yaşanan sel, fırtına hortum, tsunami ve yanardağ patlamaları gibi âfetler belli bir periyoda bağlı olmayan, olsa bile bizim tarafımızdan zamanı ve mekânı kestirilemeyen-bilinemeyen âfetlerdir!
DEPREMLER DE, BENZER ÂFETLER DE
ÎLÂHİ BİR ÎKAZ, MÂNEVÎ BİR CEZADIR
Ve yukarıda da izah etmeye çalıştığım gibi, yeryüzünde bir yaprak bile Allah’ın izni, bilgisi ya da iradesi dışında dalından düşmediği gibi, deprem ve benzer âfetler de Cenab-ı Hakk’ın iznine, sadece ‘OL’ demesine bağlıdır. Ayrıca Cenab-ı Hakk, deprem ve benzer âfetler aracılığıyla insanların ne kadar âçiz, ne kadar zayıf ve ne kadar güçsüz birer yaratık olduklarını gösteriyor. Ayrıca Cenab-ı Hakk, dünyanın fânî, deprem ve benzer âfetlerin de, kıyâmet gününün küçük bir versiyonu olduğunu hatırlatıyor!
Allah (c.c) istese insanları fay hattını ya da deprem kuşağını harekete geçirmeden, yani zahiri bir sebebe bağlamadan da uyarabilir ve helâk edebilir! Ancak, deprem ve benzer âfetleri harekete geçirerek insanlara kıyâmet gününü, kıyâmetin dehşetini hatırlatıyor. Dolayısıyla da kullarını uyarıyor..! ((Bunu herkes değil, sadece akıl ve îman sahipleri anlıyor. Diğerleri ise bu durumu sâdece doğaya veya tabiata baglayıp geçiyor!))
İşin ceza yönüne gelince; Deprem ve benzer âfet ya da felâketler Allah’ın Zatını, sıfatını, gücünü kuvvetini inkar edenlere küçük bir kahır tecellisi; inanıp ta Kendisinin emir ve yasakları yerine nefislerine uyan.. mü’minlere de ciddi birer şefkat tokatıdır! Ve bu âfetler her gün biraz daha azgınlaşan ve günah deryasında boğuşan insanlara kısmî bir îkaz, ciddi bir uyarıdır!
Velhâsıl-ı kelâm, hülâsâ-i netice; dünyamız da insanlar azgınlaşmış, şerler hayırlara ya da şerliler hayırlılara galip gelmeye başlamış, vicdanlar kararmış, maddî mânevî gözler körleşmiş, kulaklar sağırlaşmışsa eğer ki, aynen öyle… O zaman aslında rahmet olan yağmurların azgın birer sel ve âni baskın felaketine veya tamamen kesilerek kuraklığın, dolayısıyla da kıtlığın vuku bulmasına; bazen de depremlerin zahiri sebebi-nedeni olarak bilinen fay hatlarının infilâkına, kırılmasına, bu infilak ve kırılmalarda insanların yaralanmasına ya da ölmesini neden olur ve öyle de oluyor. Biz adam olmadıkça (muhafazanAllah) olmaya da devam edecektir!!!
Demem o ki, ‘nasihat ile uslanmayan toplum ve bireyleri zaman uslandırır. Zamanın uslandıramadıklarını hastalıklar, rahatsızlıklar. Depremler, seller, tsunamiler, yangınlar, kuraklık ve kıtlıklar; bunlarında islah edip uslandıramadığı topmum ve insanları ise Cehennem ateşi islah eder. Ki, dünyamız da gün, hattâ an geçmiyor ki, herhangi bir tabii ya da sunî afet ya da felâket yaşanmasın ve insanlar ânîden ve toplu bir şekilde ölmesin!
Her neyse; konu çok derin ve oldukça geniş. O nedenle, ben bu derin ve geniş konuyu bugünlük burada kesiyor, herkese ‘ve yine de âfetsiz-felâketsiz, kazasız belâsız, sağlıklı-sıhhatli’ saygılar sunuyorum.
BİR KUL KENDİSİ İÇİN CENNETTE HAZIRLANMIŞ OLAN MAKAMA AMELİYLE ERİŞEMEYECEKSE, CENAB-I ALLAH ONUN BEDENİNE VEYA MALINA YA DA ÇOLUK-ÇOCUĞUNA BİR BELÂ VEYA MUSÎBET VERİR. SONRA ALLAH O KULUNU O BELÂ VEYA MUSÎBETLERE DAYANMA-SABRETME GÜCÜ VERİR. NİHAYETİNDE DE O KULUNU KENDİ KATINDA HAZIRLAMIŞ OLDUĞU MAKAMA ERİŞTİRİR…
AYRICA; KULUN ALLAH (C.C) İNDİNDE BİR MEVKİİ VARDIR Kİ, ONA İBÂDETLE ERİŞEMEZ. O MEVKİYE ERİŞİNCEYE KADAR ALLAH, ONU HOŞUNA GİTMEYEN İPTİLA VE MUSÎBETLERLE İMTİHAN EDER
İki ayrı Hadis-i Şerif
Yorumlar (0)