ANTALYA/AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ, MİLLÎ İLÂÇ ÜRETİMİNDE ÖNEMLİ SONUÇLAR ELDE ETMİŞ
Yediğimiz yemekten tutun içtiğimiz suya-meşrubata, kola ve ilâca, giydiğimiz iç çamaşırımıza, ayakkabımıza, kullandığımız eşyamıza ve bindiğimiz bisikletimize ve arabamıza varıncaya kadar birçok şeyimizin Avrupalılaştığı, Amerikalılaştığı, hattâ Asyalılaştığı, kısaca her şeyimizin yabancılaştığı bir devirde ‘turizm şehri Antalya’daki Akdeniz Üniversitemiz (AÜ)’in yerli ve millî bilim insanları yerli ve millî ilaç üretme veya geliştirme konusunda ciddi sonuçlara ulaşmışlar… Yani AÜ’nin bilim insanları 2,5 yıldır sürdürdükleri bir araştırmayı hayırlısıyla sonuçlandırmaya ve önemli hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek bir ilacın AR-GE’sini (Araştırma Geliştirmesini) tamamlamışlar. O nedenle ben daha yazımın başında bu ilâcın oluşmasında, geliştirilmesinde emeği geçen ve gayreti bulunan tüm hocalarımızı yürekten kutluyor, başarılarının artarak devam etmesini diliyorum… Şimdi de söz konusu çalışma hakkında yapılan açıklamayı siz sevgili okurlarıma aktarmak, daha sonra da kendi nâçiz görüş ve düşüncelerime geçmek istiyorum:
Şöyle ki; Hayvan Deneylerini gerçekleştirecek Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet İnan’ın başkanlığındaki 10 kişilik ekip, üretimin 10 milyon liralık desteğiyle ilaç geliştirmek için 2,5 yıl önce başlamış ve çalışma da önemli sonuçlar alınmış.
Proje kapsamında, projelere hiç olmadığı kadar güçlü bütçe desteği sağladıklarını ifade eden Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan, Üniversitenin en yüksek destek bedeli olan 10 milyar liralık projenin yürüttüğünü belirtmiş ve konu hakkında şu bilgileri paylamış:
“Bilim ve teknoloji politikalarını uzun vadeli hedeflere odaklanmak gerekiyor. Kovid-19 salgını süresinde bunun örneğini yaşadık. Geliştirme aşamasında olan ilacımız özellikle organ naklinde vücudun organı reddettiğinde kullanılıyor. Kovid’de çok kullandık. Sepsiste, kanserde çok fazla kullanıyoruz. Bu, Stokin Fırtınasının durdurulmasında da kullandığımız bir ilaç. Dünyada kullanılan ilaç var, eğer sonuna kadar gidebilirsek, inşaAllah gideriz, bizim geliştirdiğimiz 5. ilaç olacak… İnterlökin-6 bu ilaç dünya da 30 milyar Dolarlık pazara sahip. Her yıl üniversitemizden bu ilaçlar için milyarlarca Dolar yurt dışına çıkıyor. Bu açıdan da çok önemli. Yerli ve millî bir ilacımız olacak. Aynı orijinale sahip benzer bir ilacın ABD’de de paket hakkının 1 milyar dolara satılmış olması bile bu ilacın değerini gösteriyor.”
Savaş ve politik durumlarda ilaçlarda lojistik problem yaşanabildiğini de hatırlatan Rektör Özkan, bu durumda geliştirdikleri ilacın stratejik önemi de olduğunu vurgulamış ve ilaç adayının AR-GE çalışmalarını tamamladıklarını, dolayısıyla da hayvan deneyleri aşamasına geldiklerini hatırlatmış ve oldukça uzun ve detaylı açıklamasının sonunda şunları söylemiş:
“Bu aşamanın tamamlamasıyla endüstriyel üretim ve klinik çalışmalarının tamamlanması için teknoloji transferi yapmaya hazır hala gelecektir…”
MİLLÎ OLAN HERŞEY BENİM İLGİMİ ÇEKİYOR
Birinci paragrafımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, birçok şeyin Avrupası’nı, Amerika’sını ve Asya’sını yana yana, döne döne aradığımız, bulduğumuz ve övünerek, hattâ böbürlenerek kullandığımız gibi, ilaçlarımızın tamamına yakınını da zorunlu olarak yabancı üretimli, yabancı isimlisini kullanıyoruz, kullanmak zorunda kalıyoruz… Bu da bizim (kimse kusura bakmasın ama) aşağılık kompleksimizden-kendimize, milletimize ve devletimize güvenmeyişimizden kaynaklanıyor… Oysa biz bir törpü ile toplar tüfekler imal etmiş, gemiler yapmış ve ülkeler fethetmiş, açtığımız çadırların üzerine devletler kurmuş bir milletiz! O nedenle, ben şahsen ‘genelde’ Ülkemizde üretilen ve millî olan, özelde de İlimizde üretilen ve yerli-yerel olan ürünleri tüketmeye, mâmulleri almaya çalışırım; Velev ki bu ürünler diğer emsallerinden daha az kaliteli ve daha pahalı bile olsa ürünlerin millisini ve yerlisini tercih ederim!
Bu konuda basit bir örnek vermem gerekirse, geçtiğimiz hafta marketten aldığım birkaç tene cipsi eve getirdiğimde İsrail ürünü olduğu öğrenir öğrenmez onları iade edip yerlilerini aldım…
BEN BÖYLE BİR ÇALIŞMANIN DENEMESİNİ YAPAN SAYGIDĞER HOCALARIMIZI YÜRKETEN KUTLARIM
Neticesi ne olur, nasıl olur bilmiyorum ama, ben böyle bir çalışma başlatan ve başarılı olacaklarına da inanan saygıdeğer hocalarımı kutlar ve bunun nedenini de bir Müridi ile Hz. Mevlâna arasında geçen yaşanmış bir hikâye ile özetlemek isterim:
Hikâye şöyle; kendisinin hayata bakış açısına yepyeni bir farkındalık ve mükemmel bir yön kazandıran gönül dostu Şems-i Tebrîzî’nin kaybolduğu, o nedenle Hz. Mevlânâ’nın büyük üzüntü içinde olduğunu ve O’nu her yerde aradığı günlerde birisi Hazretin yanına kadar gelip, “Ya Mevlânâ! Ben bugün Şems-i gördüm” deyince de Mevlânâ Hasretleri üzerindeki hırkasını çıkarır ve o kişiye verir… O anda yanında bulunanlar da, “Efendim! O adam doğru söylemedi, yalan söyledi” dediklerinde de Hazret, “Ben kaftanımı-hırkamı onun yalanına verdim! Doğru söyleseydi canımı verirdim…” der!
Ben mücrim ve fakir de AÜ’nün bu çalışmasına nâçizane bir katkı da bulunmak için bu yazımı kaleme veya klavyeye aldım…
BİZİM ÜNİVERSİTEMİZ DE BOŞ DURMUYOR…
Velhâsıl-ı kelâm, hülâsâ-i netice; Bizim oldukça genç, (yani 17 Mart 2006’da kurulmuş ve kısıtlı imkanlara sahip olan) Mehmed Akif Ersoy Üniversitemiz de Tıp ve Eczacılık gibi Fakülteler olmadığı için bu yönde bir çalışmaları veya AR-GE’leri olmuyor-olamıyordur herhalde… Ancak bir tarım ve hayvancılık İli olan ilimiz donanımlı bir Veteriner Fakültesine sahip… O nedenle, Veteriner Fakültemiz hayvancılık, diğer fakültelerimiz de kendi alanlarında veya branşlarında önemli araştırma ve çalışmalar yapıyorlar. Ancak benim bugünkü konum, AÜ’nin yerli ve millî ilâç geliştirmede ki azmi, gayreti, inanmışlığı ve başarısı idi… O nedenle ben Cennet misali Ülkemizin yararına ve asil milletimizin hayrına çalışan tüm kişi, kurum ve kuruşları yürekten kutluyor, candan tebrik ve gönülden teşekkür ediyor, tüm hayırlı ve yararlı işlerinde başarılar diliyor, herkese saygılar sunuyorum.
NEREDE OLURSANIZ OLUN, ELİNİZDEKİLERLE
YAPABİLECEĞİNİZİ YAPIN…
İNSAN SAHİP OLDUKLARININ TAMAMI DEĞİL,
FAKAT HENÜZ GERÇEKLEŞTİREMEDİKLERİNİN
TOPLAMIDIR…
DENEYİM DÜŞÜNCENİN, DÜŞÜNCE İSE EYLEMİN
ÇOCUĞUDUR!
BAŞARI BİR YOLCUKTUR, VARIŞ NOKTASI DEĞİL!
BAŞ+ARI: “BAŞ” OLMAK İÇİN, ARI GİBİ ÇALIŞMAK
GEREKİR… Ve COŞKU ZEKÂDAN DAHA ÖNEMLİDİR!
Özlü sözlerden seçmeler
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Küçük bir bypass yeli, bizi büyük bir şehre savurdu' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Sevgili okurlarımdan, '2-3 haftalığına' izin istiyorum' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Hem evlenenlerin sayısı hem de nüfusumuz azalıyor' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Bahçeli, 'Sana söylüyorum kızım gelinim sen anla...' dedi!' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'BM'nin yaşı 80, gramı ise 80 kuruş' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Bedeni açarak medeni olunamayacağı gibi; soyunarak da çağdaş olunamaz!' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Yavuz Savcı, yenidoğan çetesini bastırmış!' adlı köşe yazısı Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'Deniz ateş alır mı? almaz! Ya alacak olur n'olur? Onu da bekleyip göreceğiz!' adlı köşe yazısı Devamı
2024
Taceddin Akbaş'ın 'İmam Hatipliler'in haftaları kutlu tüm İmam Hatipliler mutlu olsun!' adlı köşe yazısı... Devamı
2024
Taceddin Akbaş 'Mülakat olmalı ama torpil olmamalı!' adlı köşe yazısı... Devamı
Yorumlar (0)