‘’Kritik, hiçbir edebiyatta bizdeki kadar ölümle at başı gitmemiştir’’
Ahmet Hamdi Tanpınar
26 Kasım 2023 Pazar günü aramızdan ayrılan, hocamız Abdurrahman Taş’ a saygılarla…
Göreve başladığından bu güne yüzlerce insan yetiştiren Abdurrahman Taş, fiziki olarak zayıf yapısı, ince vücudu, uzun boyu, kıvırcık olmayan düz saçlarıyla 1978 Yılında Dede Korkut Yayınları arasında çıkan Yazarını Kurşunlatan Yazılar Kitabının yazarı Necdet Sevinç’e benzer.
Görev yaptığı çeyrek asırdan fazla bir zamanda onlarca öğrencinin ruh dünyasına dokunarak onların doktor olmasını sağlayan Abdurrahman Taş, branşının etkisiyle olsa gerek öğrencisine karşı duygularını açık etmez. Bu yönüyle romantik değil, objektiftir. Öğrencisine karşı sevecen midir? Müşfik midir? Kindar mıdır? Bu duygularını dışa vurmaz.
Kırk yıllı geçkin meslek hayatında onlarca kaymakam, savcı, hâkimin yetişmesine vesile olan Abdurrahman Taş, dışarıdan bakılınca öğrenciye karşı müşfik duygularını gizleyen , yansız bir görüntü sergiler. Sevenlerinin gönlünde yaşayacak olan Abdurrahman Hoca, çok zorda kalmayınca
öğrencilerine karşı duygularını peşin belli etmez, bu yönüyle ketumdur. Hiç bir öğrencisine kin beslemese de beslediğinin en küçük bir emaresi görülmez.
Devlet terbiyesi gereği siyasi görüşünü sınıfa sokmadığı gibi okul kapısında bırakır. Derslerinde konu neyse onu anlatır. Öğrencisine siyasi görüşünü empoze etmeye çalışmaz. Öğrencilerini siyasi görüşlerine göre değerlendirmez. Bu yönüyle rasyonel bir görüntü sergiler. Her mü’min gibi kuvvetli bir dini eğitim alsa da aldığı bu dini eğitimi ne siyasi görüşüne, ne de ikbaline aksettirir.
İdareciliğinde “ formal” anlayıştan ziyade, pratik anlayış hâkimdir.
Her insan gibi ruhunda fırtınalar kopsa da bu fırtınanın en küçük bir etkisini aksettirmez. Rüzgârdan şikâyet edip hayata küstüğü olmamıştır. Olmamıştır, çünkü hangi limana gideceğini gayet iyi bilmektedir.
İnsan olarak çok az insanda olan ‘’Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan’’ bir insandır. Çoğu insanın aksine her dönemin adamı olmamış, inandığı fikrin adamı olmuştur ki bunu başaran ender insanlardandır. İnandığı davanın icaplarına göre davranmış, davası neyi gerektiriyorsa öyle yaşamıştır.
Ses tonunu fazla yükseltmeyen Abdurrahman Hoca ‘’Hoşa gideceği değil, başa geleceği’’ söyler. Abdurrahman Hoca’nın bir fizikçiye yakışır şekilde ağzında kelimeler milimi milimine ölçülerek söylenmiştir. Abdurrahman Hoca bu yönüyle realisttir.
Yalana tenezzül etmeyen Abdurrahman Hoca‘nın konuşması laubalilikten uzak, ciddidir. Bu yönü muhatabına ister istemez kendisine karşı saygı telkin eder. Ciddiyetten taviz vermediği sohbetlerinde argoya, küfre yer olmadığı gibi ağız özellikleri (Bucak ağzı ) belirgin değildir.
Hayatı boyunca kimseye özenmeyen Abdurrahman Taş, kendisi olarak kalmıştır. Türk örfüne, adetlerine uygun düşünmüş, hayatını Türk, adetlerine uygun yaşamıştır. Türk kültürünü sevmiş, öğrencilerine dilinin döndüğünce Türk Tarihi’ni anlatmaya çalışmıştır.
İsteseydi Abdurrahman Taş bazıları gibi para biriktirerek zenginleşebilirdi. Popülist deyimle işadamı olamamış fakat hayatının her döneminde ADAM olmuştur.
Öğrencileri ve sevenlerinin gönlünde yaşayacak olan Abdurrahman Hoca’mı bir kez daha minnet ve rahmetle anıyorum.
Ahmet YAMAN
Kendisini tanıdığımda yakasında Fatih rozeti vardı, öğretmenimdi. “Gençler: Fatih’in Atatürk’ün rozetini takın; Lenin’in, Mao’nun değil.” diyordu. 70’li yıllar, çoğu kişinin siyasi kimliğini yakasındaki rozetle, ceketinin yan cebindeki gazeteyle aleni ilan ettiği yıllardı. O yıllarda yakasına bozkurt rozeti takanlara da orak çekiçli rozetler takanlara da kolayca rastlanırdı.
Öğretmenlerim içerisinde Abdurrahman Taş’ın kendinden emin, sakin bir tavrı vardı. Duygularında aşırılığa düşmezdi. İnsana ve âleme daima hafif bir tebessümle bakardı. Bu tebessümün arkasında kararlı bir ciddiyetin olduğunu bilirdik. “Çeliğe sarılmış ipek” diyebileceğimiz üç beş öğretmenimizden biriydi. Tahtayı kullanmakta hiç üşengeçlik göstermezdi, sınıfta dolaşır, defterlerimize, kitaplarımıza bakardı. Hiç bir öğrenciyi dövdüğünü görmedim. O yıllarda öğretmenlikten nasipsiz niceleri öğrencileri kıyımdan geçiriyordu, hatta sıra dayağı diye bir cezalandırma usulü uyguluyorlardı. Öğrenciyle ilgili olumsuz ya da olumlu bir durumu öğrencinin soyadını kullanarak “Bülbül, böyle olmaz. Bülbül aferin.” şeklinde ifade ederdi. Öğrencilerinin gözlerinin içine bir umutla, kimi zaman da hayretle bakar; davranışının duygularını yansıtırdı. Belirgin bir olumsuzluk gördüğünde kara tahtanın önüne geçer, sağ elini kaldırarak işaret parmağını göğe bir süngü gibi dikip konuşmaya başlardı: “Gençler, çalışacaksınız, daha çok çalışacaksınız; düşüneceksiniz, daha çok düşüneceksiniz… Büyük Türkiye; tembel, pısırık, mıymıntı, bahaneci, mazeretçi, eyyamcı kişilerle kurulamaz.” bağlamında sözler söylerdi. Ondan, orta ikide Fen Bilgisi dersi, lisede Fizik dersi dinledim. Bilim ve teknikte ilerde olmamız gerektiğini her fırsatta vurgular, bize denememizi, yılmadan çalışmamızı, bir şeyler üretmemizi ısrarla söyler dururdu. Türk kültürünü ve Türk milletini muasır medeniyet seviyesine değil, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma hedefimiz olduğunu vurgulardı. “Çağdaşlık, Batılılaşmak demek değildir, çağdaşlık Batı’da da olabilir, Doğu’da da olabilir.” derdi. “Değil mi Yaman, değil mi Savaş” diye soru cümleleriyle bizi hem derse katar, hem düşünmeye çağırırdı.
Yıllar sonra Abdurrahman Hoca’yı müdürlük yaptığı Bucak Anadolu Lisesinde, Türk Eğim-Sen Şube başkanı olarak ziyaret ettim, elini öpmek istedim, öptürmedi, kucakladı, sonra şöyle hayret dolu bir duyguyla beni ve çoğu öğrencisi olan arkadaşlarımı derin derin gülümseyerek süzdü. Okulu gezdirdi, örnek okul bahçesini gösterdi, ağırladı. Bucak’ın Burdur’un ve Türkiye’mizin eğitim kalitesinin yükseltilmesiyle ilgili konuştuk. Memleketin geleceği ile ilgili enerjisinin, inanmışlığının, gayret ve heyecanının arttığını gördüm. Kararlı, yenilmez, yıkılmaz bir kale gibi duruyordu; fikirlerini yine derin bir inanmışlıkla savunuyordu. Bana “Günlük kaç gazete takip ediyorsun başkan?” dedi. On kadar gazeteyi takip ediyor, yirmi kadar yazarı okuyorum hocam, dedim. Yine o bilge tavrıyla “Aferin Bülbül; gençler, çok yönlü okuyacaksınız, Sadece bizim cephedekileri değil herkesi okuyun, kendinizi yetiştirin… Gençler, biz köksüz, yüz yıllık bir millet değiliz, en az 1000 yıldır Anadolu’dayız. Biz Selçukluyuz, Osmanlıyız, Türkiye Cumhuriyetiyiz. Batı Türk devletiyiz; Türkoğlu Türk’üz...” diyordu.
Abdurrahman Hocam, Türkçemizle ilgili de özenli aydınlarımızdan biriydi. Türkçe dil bilincine sahipti. Türkçenin hem düşüncenin taşıyıcısı hem de motor gücü olduğunun farkındaydı. Sosyal ağlardan kendisini takip ediyordum. Bir keresinde Türkçenin bir kimlik meselesi olduğunu şöyle paylaşmış, ulaşabildiği herkesi uyarmıştı: “Stres” kelimesini “dert”, “üzüntü”, “tasa”, “yeis”, “sıkıntı”, “kaygı”, “keder”, “kasavet”, “buhran”, “bunalım”; hatta biraz daha geriye giderseniz “melâl”, “inkisar”, “hun”, “kudûret”, “gam”, “gussâ” ve daha başka Türkçe kelimelerle ifade etmek mümkünken, neden illa de gâvurca?” diye sormuştu.
Bucaklı olmam hasebiyle yolda, sokakta kendisiyle karşılaşırdık, hasbihal ederdik:"Bana, 70 yıllık ömründe elde ettiğin en önemli kazanım nedir diye sorsalar, ‘İlmine vakıf olmadığım her konunun cahili olduğumu, gerçeğin yüzeysel bilgilerle elde edilemeyeceğini söyler; gerçeğini bilmediğim fakat fikrimin olduğu alanlarda ise her zaman yanılgı payı bırakarak tahminimce budur diyerek kesin hüküm vermemek gerektiğini, söylerdim." demişti.
Mekânı cennet olsun. Kendisini rahmetle, minnetle, saygıyla anıyorum.
16.11.2024 Burdur
Sami BÜLBÜL
ABDURRAHMAN TAŞ’IN DÜŞÜNCE DÜNYASI
Abdurrahman Hoca elleri ceketinin ceplerinde, başı öne eğik yürür. Gözleriyle sağı solu taramaz, yalnızca önüne odaklanır. Eğer düşünce dünyası araştırılır, bir parça aydınlanırsa önüne odaklanmasının sebebi ortaya çıkar kanaatindeyim.
Her idealist eğitimci gibi Abdurrahman Taş’ın da rüyalarını süsleyen, uğruna yaşadığı, içinde yaşattığı bir ideali mevcuttu.
Abdurrahman Hoca’nın ideallerinden birisi öğrencilerini asrın bilgileriyle donatarak okulundan mezun etmek. Abdurrahman Hoca’nın düşüncesine göre çağın bilgileriyle mücehhez olarak okuldan mezun olan öğrenci topluma karışacak, alanında vasat değil, iyi bir eleman olarak hayatını idame ettirecektir.
Bazı dini grup elemanları gibi topluma yük olmadan, toplumun sırtına bir kene gibi yapışarak bir asalak olarak yaşamayacaktı. Kimseye bağlı ve muhtaç olmadan hür, kendine güvenen, kimseye avuç açmadan, ekonomik bağımsızlığını kazanmış bir fert olarak hayatını sürdürecekti.
Öğrencilerini devletin çeşitli kademelerinde görmek en büyük arzularında birisiydi ki iki vali, bir bakanlık müsteşarı, bir belediye başkanı, üç doktor, onlarca hukukçu, onlarca öğretmen vd. yetiştirerek bunu kısmen de olsa gördüğünü söyleyebiliriz.
Alt yapı problemlerini çözmüş huzur içinde yaşayan, herkesin birbirine yardımcı olduğu, bir mahalle, mahalle ve köyleriyle bir ilçe ve bütün ilçeleriyle bir il, illeriyle bir ülke Abdurrahman Taş’ın hayalleri arasındaydı.
Onun, iktidarların Devlet Planlama teşkilatı ve Devlet İstatistik Kurumlarını, amaçları doğrultusunda kullanarak, bu iki kurumu birbiriyle bağlantılı çalıştırdıkları bir Türkiye düşüncelerini süslüyordu.
Mensubu olmakla iftihar ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkması düşüncelerinden sadece biriydi. Ekonomik olarak dünya ticaretine yön veren bir devlet hayali, siyasi olarak komşularıyla problemlerini her iki tarafın kabul edeceği şartlarla çözerek bunu uluslararası anlaşmalarla teminat altına almış bir devlet hayali güdüyordu.
Eğitimde hem branşı gereği hem de gönülden ezberden uzak, deneye dayalı bir sistemi isterdi. Asrın bilgileriyle mücehhez, tartışmaya açık, hoş görülü nesiller yetiştiren bir eğitim sistemini herkes gibi Abdurrahman Taş Hoca da isterdi.
Tarımda kendi tohumunu kendi üreterek dost, kardeş ve diğer dış ülkelere pazarlayarak satan bir devlet hayalini kurardı.
Sanayide tüm parçalarını kendi mühendislerinin projelendirip kendi kalifiye elemanlarının imal ettiği bir Türkiye Cumhuriyeti isterdi.
O, Türkiye’nin patent ücreti ödemediği, montaj olmayan, yerli ve milli bir sanayiyi düşünüyordu.
Suçlu ve suç oranlarının minimum düzeye indiği, hatta hiç olmadığı, davaların yıllarca beklemeden en kısa zamanda çözüldüğü, kimsenin mağdur olmayıp haklının hakkını aldığı, bütün vatandaşlarına eşit davranılan ideal adalet sistemi özlemleri arasındaydı.
Abdurrahman Hoca’nın uzak idealleri de vardı:
Öncelikle coğrafyaları ayrı olsa bile aynı düşünce sistemine sahip, aynı dili konuşan insanları bir araya getirip ekonomik, siyasi ve askeri bir teşekkül oluşturmak.
Dünyaya dayatılan dolar ve euro’ya alternatif yeni bir para birimi çıkarmak. İthalat temelli değil, üreten, sanayisi gelişmiş, sömürge zihniyetinden uzak ekonomik bir Türk birliği…
Dünya’ya dayatılan NATO ve Varşova Paktı’na alternatif yeni bir askeri güç çıkararak üye ülkelerin güvenliğini tesis ederek dünya barışına katkı sağlamak.
Vefatının birinci yılında öğrencisi olmakla iftihar ettiğim Abdurrahman Hoca’mı rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.
Ahmet YAMAN
2024
Abdurrahman Taş, vefatının birinci yılında sevgiyle anılıyor. Eşsiz hatıraları ve insanlara dokunan hayatıyla unutulmaz bir iz bırakan Taş'ın hikayesi, ailesinin anlatımıyla yeniden canlanıyor. #AbdurrahmanTaş #Vefat #Anma #Bucak Devamı
2024
Eğitimci Abdurrahman Taş, öğretmenlik kariyerinde öğrencilerine ışık tutmuş, Türk kültürüne bağlılığı ve idealist kişiliğiyle iz bırakmıştır. Onu rahmetle anıyoruz. Devamı
2023
Abdurrahman Taş'ın 'Mühendis 20 bine razı, kaynakçı 50 bine değil!...' adlı köşe yazısı Devamı
2023
Abdurrahman Taş'ın 'KAYI KÖYÜ 17.İNCİR ŞENLİĞİ' adlı köşe yazısı Devamı
2023
Abdurrahman Taş'ın 'İlçemize RAM açılıyor' adlı köşe yazısı Devamı
2023
Abdurrahman Taş'ın 'Yaz Kur'an Kurslarına büyük rağbet!...' adlı köşe yazısı Devamı
2023
Abdurrahman Taş'ın 'Bayramlar Bayram ola' adlı köşe yazısı Devamı
2021
Abdurrahman Taş'ın "M. Akif Ersoy'u Anarken" adlı köşe yazısı. Devamı
Yorumlar (0)